Abdullah Büyük

Abdullah Büyük

"Bilimin ruhuna El Fatiha!"

Geçtiğimiz Ağustos Ayı'nın son haftasında, Bir Gün isimli gazete, sürmanşet olarak yukarıdaki ifadeyi alay vari kullanmıştı. Cümlenin yanına da bir sarık koyarak, kamuoyuna şu çirkin ve iğrenç kirli bilgiyi veriyordu: Sağlık Bakanlığı 2013'te uygulamaya koyacağı projeyle ilahiyat fakültesi mezunlarını "din psikolojisi" alanında yetiştirerek, "manevi bakım uzmanı" olarak hastanelerde istihdam etmeyi planlıyor...

Kirli bilgisine devam eden "Bir Gün" gazetesi bazı bilim adamlarını! da konuşturmuştu. İşte onlardan da birkaç kelam:
 
Hastalara faydalı olması beklenecek bir şey değildir. TTB
 
Burada bilimsellikten uzak, tamamıyla maneviyata, dine gericileştirmeye yönelik bir proje söz konusu. SES
 
Lisans bölümü okumadan benzer bir unvan verilmesi söz konusu. S.G
 
"Bir Gün" gazetesinin zihniyetine sadece acıyarak birkaç noktaya parmak basmak istiyorum.
 
Merak ediyorum, acaba sizler bilim kelimesinin ne manaya geldiğini biliyor musunuz? Bir asırdır inanan insanları küçümseyerek, onları çağın dışında görme hastalığınızı unutarak ve karmaşık-aşağılık duygularınızı kamufle ederek yaptıklarınız, yazdıklarınız, sözleriniz sadece içi boş, kof, ilimden, bilimden mahrum saçma sapan sözlerdir.
 
İlahiyat ve İmam Hatip neslinin ilimde-bilimde sulandıkları, beslendikleri adresler bellidir. Ama sizlerin öyle bir adresiniz yoktur, olmadı ve hiçbir zaman da olmayacak. Batı diyerek baktığınız adres, 17. Yüzyıla kadar tuvaleti dahi bilmiyordu. Küçük çaplı kendilerine gelme zamanına kavuşunca, ne dediler? "Biz batılılar Rönesans'ı İslamiyet'e borçluyuz."

Sayın Bir Gün gazetesi zihniyeti, size soruyorum. İmam Hatip ve İlahiyat camiasının beslendiği adreslerden:
 
* 60 tane dil bilen ve Kanun isimli eseri, asırlarca batıda ders kitabı olan İbni Sin'ayı bilir misiniz?
 
* İbn Fazl'ın, Bağdat'ta Kâğıt Fabrikasını kurduğunu hiç duydunuz mu?
 
* Meşhur tarihçe VAKİDİ (747-823) öldüğü zaman, 600 sandık kitabı olduğunu,
 
* Onuncu yüzyılda yaşayan Sahip Bin İbad'ın kütüphanesinde, Avrupa kütüphanelerinde bulunan kitapların toplamı kadar kitap olduğunu,
 
* Razi isimli ilim ehlinin, çiçek ve kızamık hastalıklarını keşfedip, bu konuda kitap yazdığını,
 
* Akşemseddin'in mikrobu bulduğunu, İbn Cebbarın bundan bin sene evvel cüzamın sebep ve tedavisini bildirdiğini, İbn Hatib'in veba hastalığını keşfedip, tedavi yöntemlerini yazdığını, Ammar isimli ilim adamının ilk göz ameliyatını gerçekleştirdiğini, Ebül Kasım'ın, 200 kadar ameliyat aletinin resimlerini çizdiğini, Avrupalılardan 300 sene önce İbnünnefis'in küçük kan dolaşımını keşfettiğini hiç duydunuz mu? Şu örnekleri yüz değil, binlere çıkaracak gerçek kaynaklarda isimleri yazılı müslüman ilim ehli vardır. Cebir, sıfır sayısı, Pi sayısı, ondalık sayı sistemi, tanjant, kotenjant ve kosekantı Ebul Vefa insanlığa hediye etmiştir.
 
Şimdi dersiniz ki onlar eskiye ait, yeni olarak neyi ortaya koyabilirsiniz? Bir asırdır Müslümanlara nefes mi aldırdınız. İki dönem evvel Baro başkanı ne demişti? İmam-Hatip Mezunu bir başbakanı içime sindiremiyorum. İşte sizin mantığınız budur. Elinizde avucunuzda sımsıkı tuttuğunuz, laiklik, irtica, Atatürkçülük, Cumhuriyet kelimelerinin arkasına sığındınız ve ülkeyi ne hale getirdiniz? Topyekun, koro halinde: Mahalleye muhtar bile olamayacak dediğiniz insan, bugün dünya liderlerinin başına geçecek seviyeye geldi, öyle değil mi? İmam Hatip nesli böyle olursa, ileri de İlahiyat mezunlarının ülkeyi hangi seviyelere taşıyacağını tahmin bile edemezsiniz. Gazetenizin başında fotoğrafladığınız sarık, bizim inancımızda, mazimizde medeniyetin, ilmin, fennin, insanlığın, hukukun, toplumsal barışın bir simgesidir. O sarığı Fatih dönemindeki Hıristiyanlar bile sahiplenerek: Biz bundan böyle papaz külahı değil, Osmanlı sarığı görmek istiyoruz, dediler.
 
Özet olarak Bir Gün Gazetesinin zihniyetine diyorum ki, sizin cenahta bir mert insan çıktı, o da öldü. Aziz Nesin. Hatırladınız değil mi? Ne demişti, ömrüm boyunca savaştığım dini kurallarla beni toprağa gömmeyin.
 
Son bir örnekle mesajımı burada noktalıyorum: Avrupa'da ruhsal hastaları yakıyorlardı. Niçin? Çünkü şöyle inanıyorlardı: Bu hastanın içinde cin vardır, yakalım. Aynı tarihlerde ise, Yıldırım Beyazıt, Edirne'de ruh hastaları için Şifa hastanesi yaptırıyor, su, ney ve bülbül sesinin ortak frekans sesiyle hastaları tedavi ettiriyordu. Bu fark o dönemde ne ise, bugün de aramızdaki fark aynıdır. Kusura bakmayınız. Sizlere her türlü müsamahayı, kardeşliği, insanlığı gösterdik, ama sizler bir sarığımızı bile hazmedemediniz. Merak etmeyin, İmam Hatip nesli, İlahiyat camiası Ali Çetinkaya zihniyetine sahip olanların, Ahmet Necdet Sezer'lerin, Vural Savaş'ların, Emin Çölaşan'ların, Bir Gün gazetelerinin de karşısında olacak ve ellerindeki çiçek ve lalelerle onlara ikramda bulunacaktır. Sizler, bizlerin yürüdüğü yollara hep diken attınız. Ama bizim bahçelerin gülleri, sizlerin yürüyeceği yollara feda olsun...
 
yeniakit

Bu yazı toplam 1483 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar