Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Bi Tık Sonrasi...

Bekamızı demokrasiye feda etmemeliyiz. - Orada bir yerlerde düşmanla işbirliği yapan belediye başkanları oldu, onların yerine de kayyım atandı. - Şimdiki gibi seçildikten sonra kayyım atamak yerine belediye başkanını baştan Cumhurbaşkanı tayin edebilir. - “Demokrasi fetişizmi” gibi bir saplantınız mı var? Onu da şöyle düşünün: Cumhurbaşkanını seçiyoruz, o da belediye başkanlarını tayin eder, biz o tayini doğru bulmazsak ilerdeki seçimde durumu değerlendirir, ona göre hareket ederiz. Bu satırları bir yazıdan (1) özetleyerek alıntıladım. Nasıl buldunuz? Çok köklü (!) bir çözüm değil mi? Niye şu KHK ile ihraç edilmiş olanların seçilmişliklerini iptal edip millet iradesinin alenen gözardı edildiği gibi bir izlenim oluşturuyorsunuz ki? Niye seçilmiş belediye başkanı yerine kayyım atayıp o bölge insanını farklı muameleye tabi tuttuğunuz izlenimi verip, farklılık duygularını kamçılıyorsunuz ki… Bunun yerine kökten çözüm getirirsiniz, hiç seçime gitmezsiniz, tartışılacaksa bir kere tartışılır, sonra kapanır? Mı? Sadece Doğu ve Güneydoğu bölgelerindeki belediyelere mi atama yapılacak yoksa tüm il ve ilçelerin belediye başkanları mı Cumhurbaşkanı’nca belirlenecek? Yani artık yerel seçim diye bir şey kalmayacak mı? -Tüm yerel yönetimler için bu formül söz konusu edilmeyecekse, sadece Doğu – Güneydoğu bölgelerinde yaşayanların mı seçme yeterlilikleri elinden alınacak? Ne ilginç bir öneri değil mi? Seçimden sonra MHP lideri Bahçeli, “Halk büyük şehirlerin başkanlarını seçsin, bağlı ilçelere başkanları da o atasın” gibi bir teklifte bulunmuştu. Yukarda alıntı yaptığım görüş, Bahçeli’yi fersah fersah geçiyor. O çok daha merkezi bir yapı öneriyor. Beka’yı demokrasiye feda etmemek için! Cumhurbaşkanı YÖK Başkanını seçsin. Cumhurbaşkanı rektörleri belirlesin. Cumhurbaşkanı Anayasa Mahkemesi üyelerini belirlesin. Ve şimdi de Cumhurbaşkanı belediye başkanlarını seçsin. Bütün bunlar, Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminde “Cumhurbaşkanını millet seçiyor ya, onu seçmek onun seçtiklerini de onaylamak anlamına gelir, dolayısıyla millet iradesi her alanda geçerli olmuş olur. Bu şekilde “millet adına karar veren yargı” da meşruiyetini milletten almış olur” mantığı üzerine oturtuldu. Bu yapılırken “Bir insana bu kadar yetki vermek sağlıklı olur mu?” tarzındaki eleştiriler “Türkiye’de oy dağılımına bakılırsa kim Cumhurbaşkanı olabilir ki? Yetkiyi nasıl olsa sağ-muhafazakar kesim kullanacak” gibi bir cevap geliştirildi. Meseleye ilke bazında değil, “Cumhurbaşkanı’nın kimden yana olacağı” penceresinden bakıldı. Bu yaklaşıma “belli olmaz, bakarsınız hiç istemediğiniz birisi başkan olur, o zaman bu yetkilerin nasıl ceberut bir yönetime dönüşeceğini görürsünüz” yollu, yine ilkeden değil, “maslahat”tan yola çıkan bir cevap verildi ise de dinleyen olmadı. *** Şimdi Ankara’ya Mansur Yavaş seçildi, Antalya, Adana, Mersin, İzmir’e de CHP’li adaylar geldi, İstanbul’a da İmamoğlu seçilirse Bahçeli’nin teklifinin ne hale geleceği görülür. Bunu bir de Cumhurbaşkanlığı’nda Tayyip Erdoğan’dan başkasının bulunduğu durumda belediye başkanlarının oradan seçildiğine kıyas ederseniz, yine “maslahat” açısından nereye gelindiği görülecektir. İlke açısından baktığınızda ise, “demokrasi fetişizmi” (ya da bir başka versiyonu ile “mazbata fetişizmi” dediğiniz hadise), millet iradesi ile alakalı bir şeydir. Ne yapmalı bu millet iradesini? Milleti ne yapmalı? Bizden farklı düşündüğünde ne yapmalı insanları? HDP’nin üstünü kolay çizeceğiz de, HDP’ye oy veren vatandaşları ne yapacağımızı bilemiyoruz vesselam. KHK ile (yani Cumhurbaşkanı’nın iradesi ile) yargı dışında bir cezalandırma yapmışız. Bu insanların “haksızlığa uğradım, düzeltilsin” diyecekleri bir yer olarak Olağanüstü Hal Komisyonu’nu kurmuşuz. Oradan bir karar çıkmamış, ama biz insanlara suçlu muamelesi yapmaya devam ediyoruz. YSK suçlu bulsa seçimlere sokmayacak, seçimlere sokmuş, ama seçildikten sonra “suçlu” hale getiriverip seçilmişliğini düşürüyor, mazbatayı seçilenden bilmem kaç bin az oy almış birine veriyoruz. Ne yapıyoruz? “Bekayı demokrasiye feda etmiyoruz!” Ondan sonra da Abdullah Gül, “Dün bize yapılanları bugün gücü ele geçirdiğimizde biz yapar hale gelirsek bu olmaz” dediğinde ona demediğimizi bırakmıyoruz. Aslında “Bekayı demokrasiye feda etmeyelim” demek, “Ülkenin en önemli meselesi beka meselesidir” dedikten bir tık sonra “Seçime meçime gerek yok” noktasıdır. Kademe kademe oraya gidiyorsak, “muhafazakâr demokrasi”den yola çıkıp, dramatik bir zihniyet sürecinde ilerliyoruz demektir. Neredeyiz gerçekten, bir bilen varsa söylesin! 1)- Ömer Lekesiz, (Kayyum yerine doğrudan belediye başkanı atanamaz mı?), Yeni Şafak, 12 Nisan 2019

Bu yazı toplam 730 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar