"Beka Meselesi"

"Beka Meselesi"

Yeni Şafak köşe yazarı Hayrettin Karaman, "Beka Meselesi" başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Karaman, seçim maratonuna girilmesiyle birlikte Cumhur İttifakı'nca dillendirilen ve gündemin en önemli tartışma konularından biri haline gelen "beka" meselesini kaleme aldığı yazısında "beka ne demektir", "beka sorunu ne demek" sorularına cevap verirken, yer yer üstü kapalı eleştirilerde bulunsa da mevcut iktidarın bekâ söylemini destekler mahiyette bir üslûp kullandı.

Ayrıca Karaman'ın muhalif kanatın samimi olarak "rüşvet, yolsuzluk, adaletsizlik, liyakatsizlik" gibi mevcut ahlaki arızalardan söz etmesi, ıslah edecek şekilde bir tavır geliştirmesi durumunda "onlara katılmamak mümkün olmaz" demesi dikkat çekti.

Karaman'ın yazısı şu şekilde:

Mahallî seçimler yaklaşınca beka meselesi gündeme sokuldu, hem siyaset yapanlar hem de yazarlar bu meseleyi yazmaya ve konuşmaya koyuldular.

Siyasetçiler kendilerince haklı olarak ülkenin bekasının kendi iktidarlarına ve programlarının gerçekleşmesine bağlı olduğunu söylüyorlar.

Okur yazarlar ise kadroları, programları ve ihtiyaçları göz önüne alarak veya tarafgirlik sebebiyle çarpıtarak görüş bildiriyorlar, bir kısmı da algı operasyonu yapıyorlar.

Beka ülkenin mevcut dünya durumu ve şartları müvacehesinde ayakta kalması demek olduğuna göre bu ayakta kalan, yıkılmayan, yutulmayan bünyenin nasıl bir bünye olmasını istiyorlar, istiyoruz?!

Araya tarihten bir ibret sokmak gerekirse sayın Koloğlu’nun “Abdülhamid Gerçeği” isimli şaheserinden bir alıntı yapayım:

Koloğlu, Sultan Abdülhamid’in “Panislamcı olmadığını, yalnızca tahtını ve devletini Hristiyan ve Müslüman bölücülere karşı korumaya çalıştığını” ifade ettiği bölümü şöyle bitiriyor: Avrupalı sömürgecilerin ‘bilinçli korkusunun (ya bütün Müslümanlar birleşip ayaklanırsa) karşısına, sadece ‘ekonomik siyasi özgürlüklerimiz gitse ne gam, dinimiz elde kalsın da’ diyen ‘bilinçsiz korku sahiplerinden’ değildi (s.207).

Ekonomik ve siyasi özgürlüklerini sözde dini korumak için feda edenlerin halini görüyoruz; yalnızca bunları değil, dinlerini de kaybetmek üzereler; Suud ve Körfez ülkeleri başta olmak üzere vaktiyle Osmanlıya cephe alan ve ipi kopmuş teşbih gibi dağılanların sonunu ne yazık ki, içimiz yanarak görüyoruz. İslam birliği ve dayanışması için sarf edilen bunca gayretten de sonuç alınamıyor.

Peki ekonomik ve siyasi özgürlüğümüzü korumak adına dinimizden vaz mı geçelim veya dini, beşeri akıl ve çıkarlarımıza uyarak değiştirip adı yine İslam olan ama kendi İslam olmayan yeni bir din mi icad edelim?!

İki yol da çıkmazdır; sahih dinimizi ve bu dinin ahlakını hayatımızda koruyarak bugünkü zalim dünya düzeni karşısında ayakta kalmamız mümkündür ve hedef bu olmalıdır.

Ben bir Müslüman olarak siyasetçilerin kişiliklerine, programlarına ve hedeflerine bakıyorum, bunlar “nasıl bir bekayı hedefliyorlar” diye kendime soruyorum; dini feda ederek veya değiştirerek bir bekayı da istemiyorum, sonu hem din hem de dünya hayatı bakımından hüsran olan maddi çöküntüyü, zayıflığı, zilleti de istemiyorum.

Benim dinim Allah rızasını ve ebedî saadeti her şeyin önünde tutmamı istiyor, ama aynı zamanda bu dünyada var olmak, bu aziz dini aziz bir ümmet olarak insanlığa sunabilmek, rahmet ve adaleti dünya düzeninde hakim kılabilmek için zalimler karşısında maddi bakımdan da güçlü (onlardan daha güçlü) olmamı istiyor.

Okur yazarlara bakıyorum, peşin hükümlü ve şahsi hesaplı olanları mevcut iktidarı değerlendirirken ileri, güçlü zalim ülkelerden rakkamlar taşıyor ve bu vadilerde bizim geride kaldığımızı, bunun sebebinin de mevcut iktidar olduğunu ifade ediyorlar. Bu iktidarın müspet manada yapıp ettikleri dile gelince de başarıyı, daha önceki iktidarın mirasına bağlıyorlar. Bunu tarafgirlik ve insafsızlık olarak değerlendiriyorum.

“Ahlakçılar” da 17 ve 25 Aralık arifesinden beri yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet, adaletsizlik ve liyakatsızlıktan yoğun bir şekilde söz ediyorlar (Sanki bunlar daha önce yok idi!).

Niçin tırnak içinde “ahlakçılar” dedim.

Çünkü bunlar ahlakı istismar ediyorlar. Samimi olarak mevcut ahlaki arızalardan söz etseler, bunlardan dertlenseler, ıslah çareleri arasalar, hem ahlaklı hem de başarılı kadrolar varsa bunları tanıtsalar onlara katılmamak mümkün olmaz. Ama ortada fol yok, yumurta yok, işleri güçleri olanı abartarak ve ikna edici bir alternatif de sunmadan mevcudu yıkmaya uğraşmaktan ibaret. İslam ve ülke düşmanları da dört gözle bunu bekliyorlar!

İşte ben böyle görüyor, böyle düşünüyorum; yine aleyhimde coşacaklarını bilerek de yazdım!