Bediüzzaman'a Göre Başörtüsü Füruat mıdır?

Bediüzzaman'a Göre Başörtüsü Füruat mıdır?

Eğer merhum Bediüzzaman bu gün hayatta olsaydı, olimpiyat sahnelerinde Müslümanların gözü önünde raks ettirilen yetişmiş kızların akıbetlerine ağlardı. Onlara alkış yağdıran Müslümanların haline ağlardı. Ve bunun 'İslâm'a hizmet' adına icra edilmesine kah

28 Şubat döneminden hafızalarımızda hâlâ çınlayan bir beyanat vardır: 'Başörtüsü füruattır!' Sincan'da yürütülen tanklar kalplerimizi nasıl ezmişse, fetva makamındaki bu beyanat da morallerimizi yerle bir etmiş, vicdanlarımızı yaralamış, haklı ve onurlu başörtüsü mücadelesini zaafa uğratmıştı.

Tarih bir ibret sahnesidir. Bir yanda, 31 Mart bahanesiyle kendisine idam sehpaları hazırlayanlara Bayezit Meydanı'nda 'Zalimler için yaşasın cehennem!' diye haykıran Bediüzzaman'ın cesur sedası; diğer yanda -90 yıl sonra- yine Bayezid Meydanı'nda kıyafetlerinden dolayı üniversiteye alınmayan genç kızlara 'Başörtüsü füruattır!' diyen teslimiyet çağrısı.

Bir Mecelle kaidesi: 'Ukûdda itibar makâsıd ve maânîyedir, elfaz ve mebânîye değildir.' Yani, akitlerde itibar olunacak şey hangi kelimenin, hangi cümlenin kullanıldığı değil, söylenen sözle neyin kastedildiği ve hangi mânânın anlaşıldığıdır.

'Füruat' kelimesi de 'teferruat' manasıyla anlaşılacak şekilde kullanılmış ve bu mana ile de amel edilmiştir. Bir zamanlar örtünmelerine vesile olunan genç kızlar, bu fetva mucibince, ikna evlerinde 'hizmet için' açılmaya çalışılmıştır.

BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ NE DEMİŞ?

Evet, fıkıh kitaplarında dini esaslar usûl ve füruat şeklinde iki dala ayrılır. Usûl kısmına iman esasları; füruat kısmına da amelle ilgili esaslar girer: Namaz, oruç, tesettür, hac, zekat... gibi. Yani bu tasnife göre namaz, zekât ve hac ne kadar füruat ise, başörtüsü de öyle füruattır. 'Başörtüsü füruata ait bir meseledir, teferruatta boğulmayalım' sözü ile 'Namaz füruata ait bir meseledir, teferruatta boğulmayalım' sözü arasında hiç bir fark yoktur esasen.

Peki, Bediüzzaman Said Nursi'nin tesettür/başörtüsü konusundaki tavrı ne olmuştur? Üstad bu sorunun cevabını bizzat hayatı ve eserleriyle vermiştir. Din düşmanlığının en şiddetli olduğu bir dönemde, 1934 yılında 'Tesettür Risalesi'ni yazmış, örtünmenin Kur'an'ın bir emri olduğunu beyan etmekten çekinmemiştir. Bu risalesi sebebiyle 11 ay Eskişehir Hapishanesi'nde eziyet gördüğü halde davasından asla taviz vermemiştir.

Bediüzzaman'a göre tesettür/başörtüsü Kur'an'ın bir emridir, farzdır ve 'Şeâir-i İslâm'dandır. Nedir Şeâir? İslâm'ın sembolü, alâmeti demek. Yani, 'Allah tarafından vazedilen, O'na kulluk etmeye vesile olan, saygı gösterilmesi ve korunması gereken ibadet.' Bunlara saygı göstermek Allah'a saygı göstermek, saygısızlıkta bulunmak O'na saygısızlık yapmak hükmündedir. (Bkz. Diyanet Ans. 'Şiar' mad.) Mesela, hac, kâbe, Kur'an, ezan… birer şeâirdir.

BEDİÜZZAMAN BUGÜN YAŞASAYDI!

Bediüzzaman, şeâirin şahsî farzlardan daha önemli olduğunu da hatırlatır. Bir ülkede ezan okunmasının, cuma namazı kılınmasının veya hacca gidilmesinin önem itibarıyla şahsî farzlardan öne geçmesi işte bu sebepledir. Başörtüsü ise hem farz, hem de şeâirdir.

Çileli bir hayatı vardır Bediüzzaman'ın. Fakat sürgünler, hapisler, zehirlenmeler onun için küçük hadiselerdir. O kendi çilesine sabretmiş, fakat bin yıldır İslâm'ın bayraktarlığını yapan bir milletin torunlarının mahvedilmesine, pervaneler misali ateşe atılmalarına ağlamıştır. İşte hazin bir hapishane hatırası: (Kendi dilinden)

'Bir zaman, Eskişehir Hapishanesi'nin penceresinde, bir Cumhuriyet Bayramı'nda oturmuştum. Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raks ediyorlardı. Birden, mânevî bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Ve gördüm ki, o elli altmış kızlardan ve talebelerden kırk ellisi, kabirde toprak oluyorlar, azap çekiyorlar. Ve on tanesi, yetmiş seksen yaşında çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden sevmek beklediği nazarlardan nefret görüyorlar, kat'î müşahede ettim. Onların o acınacak hallerine ağladım. Hapishanedeki bir kısım arkadaşlar ağladığımı işittiler. Geldiler, sordular. Ben dedim: 'Şimdi beni kendi halime bırakınız, gidiniz.' Evet, gördüğüm hakikattir, hayal değil. Nasıl ki bu yaz ve güzün âhiri kıştır; öyle de, gençlik yazı ve ihtiyarlık güzünün arkası kabir ve berzah kışıdır. Geçmiş zamanın elli sene evvelki hadisatı sinema ile hal-i hazırda gösterildiği gibi, gelecek zamanın elli sene sonraki istikbal hadisatını gösteren bir sinema bulunsa, ehl-i dalâlet ve sefahetin elli altmış sene sonraki vaziyetleri onlara gösterilseydi, şimdiki güldüklerine ve gayr-ı meşru keyiflerine nefretle ve teellümlerle ağlayacaklardı.' [Asâ-yı Mûsa, s.16]

Bu tablodan şunu da anlıyoruz: Eğer merhum Bediüzzaman bu gün hayatta olsaydı, olimpiyat sahnelerinde Müslümanların gözü önünde raks ettirilen yetişmiş kızların akıbetlerine ağlardı. Onlara alkış yağdıran Müslümanların haline ağlardı. Ve bunun 'İslâm'a hizmet' adına icra edilmesine kahrolur, hıçkıra hıçkıra gözyaşı dökerdi.

EMİR SELÇUK

YENİŞAFAK