Başörtüsü Eylemleri'nde Bu Hafta(FOTO)

Başörtüsü Eylemleri'nde Bu Hafta(FOTO)

Ankara'da 543., Sakarya'da 570., Konya'da 466.,

Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu tarafından düzenlenen 543.hafta basın açıklamasına hoş geldiniz.
15 Temmuz'da ruhlarını şeytana satmış bir grup kalkışmacının ülkemize yaşattığı menfur hadisenin yansımaları devam ediyor. Kamuoyunda kuvvetli delillerle desteklenen yaygın görüş, FETÖ olarak adlandırılan grubun maşa olarak kullanıldığı darbe girişiminin arkasındaki esas aktörlerin başta ABD ve İsrail olmak üzere küresel emperyalist güçlerin olduğudur. Özelde Türkiye tarihi ve genelde ise dünya tarihinde tertip edilen darbe hareketlerinin arkasından bu güçlerin çıkmış olması bu düşüncenin en kuvvetli delili niteliğindedir. 
Darbe girişimi ile oluşan kaos ortamında kamuoyunun ilgisi yanı başımızda devam ede gelen Suriye savaşından uzaklaştı. Yaklaşık olarak 500 bin kişinin katledildiği savaşta son aylarda ABD ve Rusya'nın yer aldığı bombardımanlarda hastaneler, okullar, camiler, pazaryerleri gibi kalabalık olan ve hayati önem arz eden yerler bilinçli bir şekilde hedef alınmaktadır. Bu saldırılarda özellikle sağlık çalışanları ve arama kurtarma çalışanları hedef gözeterek öldürülmektedirler. Uluslararası anlaşmalarla koruma altında olması gereken bu yerler maalesef yine küresel sistemin ağababaları eli ile ve uluslararası anlaşmalarla kullanımı yasaklanan silahlar kullanılarak yerle bir edilmektedir. 
Özellikle son dönemde Avrupa devletleri ile yaşanan kriz, YPG terör örgütüne yaklaşımı ve 15 Temmuz darbe girişimindeki rolü sebebi ile ABD ile yaşanan sorunlar sebebi ile Rusya ile ikili ilişkiler kurmaya çalışan hükümetin son günlerde Suriye'ye yönelik yaklaşımları bizleri derin bir endişeye sevk etmektedir. Özellikle basına yansıyan Türkiye - Suriye sınırın kapatılması söylemleri kamuoyunun bilinç altının bu yönde etkilenmesine yönelik yayınlar olduğunu düşündürmektedir. Suriye'de hemen her gün onlarca mazlumun ölümüne sebebiyet veren Rusya'nın çözüm önerilerinin merkeze alındığı bir politika öncelikle Suriyeli mazlumların kanlarının daha fazla akmasına sebebiyet vereceği gibi mazlum milletlere umut olma iddiasında olan Türkiye'nin bu iddiasını da gereçsiz kılacak en önemli süreç haline gelecektir. 
Buradan hükümet yetkililerine seslenerek diyoruz ki; Suriye davasını pazarlık konusu kılmayın. Suriye'de sürecin bu derece karmaşık hale gelmesinin ve yüz binlerce insanın öldürülmesinin ana faktörleri meşru haklarını arayan mazlum Suriye halkı ve bu halkın bağrından çıkmış Kuvay-i Milliye hareketleri değil emperyal politikalarını buraya taşıyan ABD, Rusya, İsrail ve İngiltere başta olmak üzere batılı sözde devlet özde terörist olan yapılanmalardır. Diğer yandan sözde stratejik ortağımız (!) olan küresel jandarma ABD'nin ülkemize dair politikaları göz önünde bulundurulduğunda muadili olan Rusya'nın yapacakları hususunda çokta kafa yormaya gerek kalmamaktadır. 
Unutulmamalıdır ki; Müslümanların son hamisi Osmanlı devletinin Rusya'nın da içinde olduğu emperyalist devletler eli ile yaklaşık yüz yıl evvel yıkılması ve ardından hilafet sisteminin lavedilmesi ile birlikte başlayan karmaşa süreci bugün hala en acı şekilde devam etmektedir. Osmanlı hakimiyet alanına emperyalist devletler eli ile kurdurulan devletçiklerin en önemli özellikleri İslam'a cephe almaları, halkı düşman saymaları ve tek gerçek dost olarak egemen emperyalistleri görmeleri olmuştur. Süreç demir yumrukla idare edilmiş, halkın hiç bir suretle örgütlenmesine müsaade edilmemiş, yüzlerce yıllık geçmişe sahip İslami kurum ve kuruluşlar kapatılarak devlet kontrolünde bir din anlayışı tesis edilmiş, eğitim-öğretim ve siyaset bir avuç azınlığa has olgular haline getirilmiş ve bu durum ile müslüman kitlelerin hem biribirleri ve hemde dünya ile olan irtibatları kesilmiştir.
Bugün İslam dünyasında yaşanan trajik olayların, akan kanın, işgal ve zulümlerin en büyük sebebinin siyasi ve kültürel boşluk olduğu hiç yadsınamaz bir gerçektir. Bölgemizde yeniden huzur ortamının tesisi hiç şüphe yok ki; kardeşlik şuurunun yeniden tesisi, ortak bir siyasi aklın ve birliğin inşaası, dünyaya yüzlerce yıl şekil vermiş İslami eğitim modelinin yeniden tesisi - tedrisi ve dünyayı imar ve ıslah eden sanat anlayışının yeniden diriltilmesi ile olacaktır. Müslüman ilim ve siyaset adamları, arkasından milyonları sürükleyen cemaatler - hoca efendiler, vakıflar, dernekler ve dahi her bir müslüman kişi kuma gömülü başlarını dışarı çıkarmalı ve İslam'ın kuşatıcı adalet sisteminin yeniden tesisi için harekete geçmelidir. Unutulmamalıdır ki; dünyada ve özelliklede bölgemizde yaşanan acıların, akan kanın maddi ve manevi her türlü sorumluluğu her birimize aittir. Bizleri zayıf kılan dünyevi hırslarımız, mezhep, cemaat ve cemiyet taassuplarımız, etnik çekişmelerimiz önümüze konmuş oyuncaklar mesabesindedir ve bizleri zayıf kılar iken düşmanlarımızı güçlü yapan en önemli unsurlardır. 
Basın açıklamamıza meşhur bir atasözü ile son veriyoruz: "Ayıdan post Moskof'tan dost olmaz."
Bütün insanların akıl, nesil, can, mal ve din emniyetlerinin sağlandığı bir dünyada buluşma temennisiyle.
ANKARA İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU BİLEŞENİ İHH ANKARA

 

Sakarya 570. Hafta: Tevhid, adalet ve özgürlük nöbetimiz sürüyor!

Sakarya Adalet ve Özgürlükler Platformu'nun 570. hafta basın açıklamasında, 15 Temmuz darbe girişiminin magazinel boyutlarıyla ele alındığı eleştirisi getirilerek sahici ve kuklacıyı işaret eden gündemlerin masaya yatırılması gerektiğine dikkat çekildi.

 

Sakarya Adalet ve Özgürlükler Platformu'nun 570. hafta basın açıklamasında, 15 Temmuz darbe girişiminin magazinel boyutlarıyla ele alındığı eleştirisi getirilerek, "Ekranları, “hocaefendi kılıklı bir meczubun sapkınlıkları” demeçleriyle dolduranlar; ifşaat diye “alçıdan el, terli fanila ya da kirli peçete” anlatılarını medyaya saçanlar; bir kez daha kuklaların saçmalıklarını gösterip, kuklacıların oyununu, sahne düzenini gözden kaçırmaya çalışıyor. Oysaki Gülenci şebekenin hangi sistem içinde, nasıl örgütlendiğini konuşmak gerekiyor. Hangi dönemde, kimlere, niçin “hizmet” ettiklerini anlamak gerekiyor. 15 Temmuz’un karanlığına nasıl geldiğimizi anlamadan, yeni felaketlerin önüne geçmek zorlaşacaktır. Eski sistemin ne hale geldiği ortadadır. NATO konsepti içinde dizayn edilmiş, Soğuk Savaş döneminden kalma reflekslerini ve örgütlenmesini devam ettirmiş, tüm kurumları toplumsal talepleri karşılamak yerine güç odaklarının çıkarlarını korumaya ayarlanmış bu vesayet sistemi daha fazla sürdürülemez. 15 Temmuz sonrasında, eski düzenin ve yapıların nihayete ermesi ise ülkedeki tüm kesimleri sahiden kuşatan toplumsal bir sözleşmenin yapılıp yapılamayacağıyla doğrundan ilişkilidir. Kendi sorunlarımızı barış içinde, halkın siyasetini ve taleplerini gözeterek çözüp çözemeyeceğimiz sorusu, bizi nasıl bir geleceğin beklediğinin de cevabıdır. Önümüzde yeni bir başlangıç için uygun bir imkân vardır. Bu imkânın heba edilip edilmemesi ise herkesin geçmiş hatalardan alacağı derse bağlıdır" denildi.

 

Platform Adına Sakarya Dayanışma Derneği'nden Kadrican Mendi'nin okuduğu açıklamada son olarak gündeme gelen kamu düzenlemeleri de konu edildi. Mendi, "Yeni bir kamusal düzen gibi kamu çalışanları için de yeni düzenlemelerin yapılması gerektiği ortadadır. Fakat bu konuda da, kamusal yararın mı yoksa kapitalist piyasanın çıkarlarının mı merkeze alınacağı meselesi önemlidir. Son günlerde gündeme gelen düzenlemeler, maalesef bir kez daha eski yanlış tercihlerde ısrar edileceğini ortaya koyuyor. İş güvencesinin ortadan kaldırılacağı, mülakat diye başlayıp torpile ve yönetenlere itaate varacak, sözleşmeli çalışmayı esas alan bir personel rejimi; son tahlilde kamu çalışanlarının emeğini köleleştirmeyi amaçlamaktadır. Kamu personel rejimi bu yönde bir değişime uğradığı zaman bundan sonraki süreç, eskisinden de kötü olacaktır. Bir yandan kapitalist verimlilik sistemi dayatılırken, diğer taraftan da insanlar, haksız değerlendirmelerle işsiz bırakılabilecektir. İktidar değiştikçe, kamu çalışanlarının da değişmesi gündeme gelecektir. Bunu kabul etmemiz mümkün değildir. Platform olarak hakkaniyetin, liyakatin, adaletin mümkün olduğu bir gelecek istiyoruz. Toplumsal barışın, huzurun, esenliğin egemen olduğu, hakça paylaşıma ve adil bölüşüme dayalı bir gelecek için mücadele ediyoruz. Bu sebeple içinde bulunduğumuz olağanüstü süreçte, tüm geleceğimizi ipotek altına alacak kararların, oldu-bittiye getirilen kararnamelerle alınmaması gerektiğini vurgulamak istiyoruz." diye konuştu.

 

Mendi, platform olarak direnişe her zeminde devam edecekleri mesajını vererek açıklamayı sonlandırdı: "Rabb’imize döneceğimiz güne kadar biz eve dönmüyoruz. Resullerin yolunu sürdürüyoruz. Kendi irademizle, apaçık İslami kimliğimiz ve Müslümanca sözümüzle, kendi meydanlarımızda tevhid, adalet ve özgürlük nöbetimize devam ediyoruz."

 

Sakarya Adalet ve Özgürlükler Platformu 570. Hafta Basın Açıklaması

 

TEVHİD, ADALET VE ÖZGÜRLÜK NÖBETİMİZ SÜRÜYOR!

Değerli Sakarya halkı, duyarlı dostlar;

15 Temmuz darbe girişiminin ardından bir ay geçmek üzere. Sivil irade, o gece, balans ayarı askeri darbelere korunan sistemin, daha fazla darbelerle işletilmemesi yönündeki arzusunu net bir şekilde ortaya koydu. Temennimiz, 15 Temmuz’un, eski statükoyu getirmek isteyenlerin son çırpınışı olarak tarihe geçmesidir. Elbette bu tek başına yeterli değildir. Darbe karşıtlığının bir adım ötesine geçilmeli ve nasıl bir Türkiye sorusunun cevabı verilmelidir.

Ne yazık ki,temel meseleler ortada dururken, kaotik bir krizle karşı karşıya iken; bir kez daha gündemin magazine boğulduğunu gözlemliyoruz. Ekranları, “hocaefendi kılıklı bir meczubun sapkınlıkları” demeçleriyle dolduranlar; ifşaat diye “alçıdan el, terli fanila ya da kirli peçete” anlatılarını medyaya saçanlar; bir kez daha kuklaların saçmalıklarını gösterip, kuklacıların oyununu, sahne düzenini gözden kaçırmaya çalışıyor. Oysaki Gülenci şebekenin hangi sistem içinde, nasıl örgütlendiğini konuşmak gerekiyor. Hangi dönemde, kimlere, niçin “hizmet” ettiklerini anlamak gerekiyor. 15 Temmuz’un karanlığına nasıl geldiğimizi anlamadan, yeni felaketlerin önüne geçmek zorlaşacaktır.

Eski sistemin ne hale geldiği ortadadır. NATO konsepti içinde dizayn edilmiş, Soğuk Savaş döneminden kalma reflekslerini ve örgütlenmesini devam ettirmiş, tüm kurumları toplumsal talepleri karşılamak yerine güç odaklarının çıkarlarını korumaya ayarlanmış bu vesayet sistemi daha fazla sürdürülemez. 15 Temmuz sonrasında, eski düzenin ve yapıların nihayete ermesi ise ülkedeki tüm kesimleri sahiden kuşatan toplumsal bir sözleşmenin yapılıp yapılamayacağıyla doğrundan ilişkilidir. Kendi sorunlarımızı barış içinde, halkın siyasetini ve taleplerini gözeterek çözüp çözemeyeceğimiz sorusu, bizi nasıl bir geleceğin beklediğinin de cevabıdır. Önümüzde yeni bir başlangıç için uygun bir imkân vardır. Bu imkânın heba edilip edilmemesi ise herkesin geçmiş hatalardan alacağı derse bağlıdır.

Değerli dostlar,

Yeni bir kamusal düzen gibi kamu çalışanları için de yeni düzenlemelerin yapılması gerektiği ortadadır. Fakat bu konuda da, kamusal yararın mı yoksa kapitalist piyasanın çıkarlarının mı merkeze alınacağı meselesi önemlidir. Son günlerde gündeme gelen düzenlemeler, maalesef bir kez daha eski yanlış tercihlerde ısrar edileceğini ortaya koyuyor. İş güvencesinin ortadan kaldırılacağı, mülakat diye başlayıp torpile ve yönetenlere itaate varacak, sözleşmeli çalışmayı esas alan bir personel rejimi; son tahlilde kamu çalışanlarının emeğini köleleştirmeyi amaçlamaktadır.

Kamu personel rejimi bu yönde bir değişime uğradığı zaman bundan sonraki süreç, eskisinden de kötü olacaktır. Bir yandan kapitalist verimlilik sistemi dayatılırken, diğer taraftan da insanlar, haksız değerlendirmelerle işsiz bırakılabilecektir. İktidar değiştikçe, kamu çalışanlarının da değişmesi gündeme gelecektir. Bunu kabul etmemiz mümkün değildir.

Platform olarak hakkaniyetin, liyakatin, adaletin mümkün olduğu bir gelecek istiyoruz. Toplumsal barışın, huzurun, esenliğin egemen olduğu, hakça paylaşıma ve adil bölüşüme dayalı bir gelecek için mücadele ediyoruz. Bu sebeple içinde bulunduğumuz olağanüstü süreçte, tüm geleceğimizi ipotek altına alacak kararların, oldu-bittiye getirilen kararnamelerle alınmaması gerektiğini vurgulamak istiyoruz.

Kardeşler!

Rabb’imize döneceğimiz güne kadar biz eve dönmüyoruz. Resullerin yolunu sürdürüyoruz. Kendi irademizle, apaçık İslami kimliğimiz ve Müslümanca sözümüzle, kendi meydanlarımızda tevhid, adalet ve özgürlük nöbetimize devam ediyoruz.

 

Sakarya Adalet ve Özgürlükler Platformu adına Sakarya Dayanışma Derneği

Sakarya 570. Hafta: Tevhid, adalet ve özgürlük nöbetimiz sürüyor!

Muhbirlik Bir Hastalıktır (Konya İ.Ö.P. 466. Hafta Basın Açıklaması)

Konya İnanç Özgürlükleri Platformu 466. haftada Kayalıpark Meydanı'nda biraraya geldi. Ersoy KAĞNICIOĞLU platform adına basına açıklamalarda bulundu. Hucurat suresi 12. ayeti okuyarak başladığı açıklamasında, ülkemizde halk tarafından gerçekleştirilen muhbirliğin ve devlet eliyle gerçekleştirilen tekfirlerin beraberinde getireceği sıkıntılara değindi. ''Müslüman halka vermiş olduğu zararlarla malum olan karanlık örgütlenmenin, geçmişteki en yaygın uygulaması muhbirliğin, zararlarını toplumsal olarak gördük. Muhbirlik bir hastalıktır. Aynı zamanda bulaşıcıdır. Sonuçlarının nereye varacağı da hiçbir zaman öngörülemez.'' dedi.  

Açıklamanın Tam Metni:

                Rahman, Rahim, Allah’ın adıyla

                Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir. (Hucurat Suresi 12. Ayet)

                Sevgili dostlar, değerli basın mensupları;

                Tekfir vakası, başlangıcı itibari ile en önemli olaylarından biridir. Hariciliğin ortaya çıkması ile başlayan tekfir, halktan iktidara yönelik başlamış ve büyük sorunlara sebebiyet vermiştir. Daha sonra devlet eli ile tekfir başlamış HZ. Ali ve ehl-i beytine lanet okunması ile zirveye ulaşmıştır.

                Tekfirin şaşılacak boyutlara vardığı olaylardan birisi de Emevî’lerin saltanatına son veren Abbasoğulları’nın uygulamalarıdır. Emevî sultanlarının kabirlerini açtırmışlar, onların kemiklerini kırbaçlatıp şehir şehir dolaştırmışlardır. Halkın devlete veya birbirlerine yönelik tekfirleri, düşünce ve fikir olarak zararlıysa da devlet eli ile gerçekleştirilen tekfir kadar şiddete yönelik olamamıştır.

                Mutezilî yöneticilerin, başta İmam-ı Azam Ebu Hanife ve İmam Ahmed bin. Hanbel olmak üzere nice âlimlere uyguladığı baskı da hala hatırlanmaktadır. Devlet eliyle uygulanan şiddet ve tekfir, halkın uyguladığı şiddet ve tekfirden çok daha büyük olmaktadır.

                Laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmi dini kurumu olan Diyanet’in, son darbe girişimi sonrasında, darbe ile adı anılanların cenaze namazının kılınmaması kararı, onların Müslüman mezarlığına defnedilmemesi uygulaması, geçmişin uygulamalarını çağrıştırmaktadır. Diyanet kurumunun, hem şer’en hem de bağlı bulunduğu kanunlar gereği böyle bir hak ve yetkisinin olmadığı kanaatindeyiz.

                Böyle bir geleneğin, yeniden canlandırılmasının sakıncalarına işaret ediyor ve potansiyel tehlikesinden rahatsızlığımızı ifade ediyoruz. İslami algının ve İslam düşüncesinin bu tür uygulamalarla kirletiliyor olmasından ciddi kaygı duymaktayız.

                Karanlık darbe girişiminin sonrasında meydana gelen bir uygulamadan da hayli endişelenmekteyiz. Muhbirlik İslam ahlakının yapısına ve mayasına uygun bir uygulama değildir. Şahitlikle emrolunmuş kişilerin şahitliklerini yapması ve gerekleri ile emrolunmasına rağmen zanlar üzerine gerçekleştirilecek bir muhbirlik ve tecessüs uygulaması İslam ahlakının muhalefet ettiği şeylerdendir. Cadı avına dönüştürülen yada dönüştürülmek istenen muhbirlik uygulaması kurunun yanında nice yaşların da yanmasına sebebiyet verecektir.

                Müslüman halka vermiş olduğu zararlarla malum olan karanlık örgütlenmenin, geçmişteki en yaygın uygulaması muhbirliğin, zararlarını toplumsal olarak gördük. Muhbirlik bir hastalıktır. Aynı zamanda bulaşıcıdır. Sonuçlarının nereye varacağı da hiçbir zaman öngörülemez. Bir istihbarat toplumuna dönüşen yapılarda güven ortamı kaybolur ve başta aile gibi nice kurumlar bu felaketten ciddi olarak etkilenir.

 Tarihin bir ibret levhası olduğu sonu kan ve zulümle bitecek heyecanların bulunmadığı tevhit ve adalet üzere kurulu bir dünyada yaşama umudu ile hepinizi 467. Haftada aynı yer ve saatte buluşmak üzere Allah’a emanet ederiz.

KONYA İNANÇ ÖZGÜRLÜKLERİ PLATFORMU 10 ZİLKADE 1437 (13.08.2016)

Muhbirlik Bir Hastalıktır (Konya İ.Ö.P. 466. Hafta Basın Açıklaması)