Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Başı masal, ortası cinayet ve entrika olan bir karanlık örgütlenme:

Başı masal, ortası cinayet ve entrika olan bir karanlık örgütlenme: Ergenekon..

Önce, özel bir dosya ile ilgisi olmaksızın ve ama, ondan hareketle, bir genel kanaat açıklamasında bulunayım..

"Ergenekon Dosyası" diye anılan suçlama ve yargıların mevcud kanunî sistem içinde, nasıl bir sonuca varacağını kestirmek zor.. 

Sadece su âna kadar yayınlanan bölümleriyle iddianamesi 7 bin sahifeyi bulan bir dosya ve organizasyon hakkında konuşmak, elyordamıyla davranmak olur..

Yarınlarda bir çoğunun, "Delil yetersizliğinden" denilerek, beraet etmesi de mümkündür.. Nitekim, 3. İddianame"nin mahkeme tarafından kabul edildiği gün, o iddianamede "müebbed / ömürboyu hapis cezası talebiyle tutuklu ve 19 Mayıs Üni.nin eski rektörü olan Ferit Berna isimli bir prof., tahliye ediliyordu!.

Bu da, savcıların taleblerinin veya mahkemenin kararlarının ilerde en zıd kutublarda şekillenebileceğinin bir işaretini veriyordu.. Bu durumda, suçlanan kişi veya benzerlerinin şahsiyet ve itibarları, ailelerinin üzerine çöken kocaman sual işaretleri nasıl temizlenecektir?

Bu satırların sahibi birilerinin illâ ki cezalandırılması veya beraet etmesi için teşne olan değil; adâleti sadece benim gibi düşünenler için değil, herkes için isteyen birisiyim..

Ama, bu yargılamaların sonu nasıl olursa olsun, ülkemizde yüz yıldır dokunulamayan kesimlere dokunulabilmiş olmasını, hayırlı bir gelişme olarak görüyorum.. Bu, hattâ, rejimin kendi kadroları içindeki bir iç hesablaşma  mahiyetinde bile olsa.. Çünkü, en azından, bundan sonra birileri, "Biz de hesab vermek durumunda kalabiliriz.."  gibi kaygular taşıyacak bir noktaya gelebilirler..

Gerçi, aylarca tutuklu kaldıktan sonra, hastalıkları veya yaşlılıkları gerekçesiyle tahliye edilen veya kendilerini istedikleri -GATA gibi- hastahanalere sevkettirip, oralarda aylarca tedavi altında tutulan emekli generallerin, haklarındaki ağır ithamlar görmezlikten gelinerek tutuksuz yargılanan ünlü kişilerin, prof.ların ve daha nicelerinin karşılaştığı uygulamalar, geçmiş dönemlerin benzeriyle mukayese edildiğinde, yine de suçlananların memnun olabileceği bir noktaya gelinmiş sayılabilir.. Ama, bu gibi uygulamalar herkese karşı da sergilenebilse.. 80 yaşın üstündeyken bile, aylarca-yıllarca tutuklu sanık veya mahkûm olarak içerde olan ve bu buna rağmen, hastalığı veya yaşlılığı gözönüne alınmayan ya da, ölen eş veya çocuklarının cenazelerine takılmaları için bile izin verilmeyen nice isimsiz, sıradan insanların halini düşünüyorum..

Bununla, illâ da "birileri cezalandırılmalı" gibi bir tavır içinde değilim.. Eğer insanlar bir suç işledilerse, elbette cezalarını görmelidirler.. "Suçsuz ceza ve cezasız suç olmayacağı"na dair hukuk prensibi, insanlık tarihindeki en sürekli taleblerin başında gelmektedir.. Her ne kadar, bu kural, çok az uygulama imkanı bulmuş ve asırlar içinde, nice mazlûmların haklı feryadları boğulmuş, nice mazlumlar bu yolda can vermiş ise de..

Ama, daha da acısı, nice zulümlerin zorbaların, yapanların yanına kâr kalması ve dahası, nice korkunç zulümlerin, adâlet adına yapılmasıdır.. Tahammül edilmesi en çetin ve en ahlâksız zulüm, muhakkak ki, adâlet adına yapılandır.. 

Bu girizgâhdan sonra, "Ergenekon Yargılamaları"na kısaca ve tekrar değinebiliriz.. 

*

"Ergenekon", mevcud resmî ideolojinin 100 yıllık geçmişinin bir hulâsasıdır!

"Ergenekon Yargılamaları"nda suçlanan kişilerin bağlısı olduklarını  açıkladıkları değerler sistemi ve dünyaya bakış açılarına genel çerçevesi itibariyle uzak bir noktada olan birisi olarak belirtmeliyim ki, bu yargılamaların aslî konusunu, basit bir hükûmet darbesi teşebbüsü olarak görmüyorum.. Belki içinde darbe de bir bölüm olarak düşünülmüş olabilir, ama, bunun ötesinde, en azından yüz yıllık bir "çeteleşme"nin günümüzdeki uzantısı ve onların bugüne kadar elde ettikleri kazanımlarını, ülkemizin ve halkımızın yarınlarını, hepimizin yarınlarımızı da nesiller boyu sürecek şekilde bir kuşatma planlamasıyla sürdürmek isteyen bir müthiş ve acımasız teşkilatlanmaları/ örgütlenmeleri sözkonusudur..

Köhnemiş bir ideolojik kadrolaşmanın yeniden düzenlenmesi, ayakta kalma çırpınışları..

"Jön Türkler"den İttihad-Terakkî"ye ve oradan da‚ 80 küsur yıllık "kemalist laik+türkçü TC rejimi"  düzenlemesine uzanan çizgi her ne ise ve hedefine varmak için hangi metodları hangi entrikaları kullandıysa; aynen öyle, amaç için, her türlü araç, metod ve entrikayı mübah bilen anlayışın, günümüz şartlarına uyarlanmış bir versiyonudur, bu dosya..

Ilginç olan, bu örgütlenme mantığı ve şeklinin, mevcud rejimin ve kanun düzeninin temel mentalitesine aykırı olmamasına rağmen, bugün bu yapılanmanın içinde yer alanlardan bir taifenin yargılanmasıdır..

Sıkıntı, metod farklılığı veya aynı hedefe doğru yol almak isterken birbirine zıdlaşan veya irtibatsızlık yüzünden birbirinden habersiz gruplaşmaların karşılaşmasından ve birbirine kuşku ile bakmasından kaynaklanmaktadır..

*

Darbecilerin, milletle olduğu gibi; birbirleriyle zıdlaşması da süreklidir..

Unutmayalım ki, bugüne kadar nice askerî darbeler yaşamışızdır, ama, hiçbirisi, halk nazarında gönüllü olarak tutunamamış ve daha zorbaca entrikalarla yenileri düzenlenmiştir.. Ve kezâ,  o ihtilalciler kendi aralarında da iç çatışmalara düşmekten kurtulamamışlardır..

Nitekim, 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi"ni, TSK ve millet adına yaptıklarını açıklayan ihtilalciler, ihtilalin üzerinden üç hafta geçmekteyken, 236"sı general olmak üzere, 8 bin subayı, kendilerine  problemler çıkarabilecekleri endişesiyle ordudan tard etmişler ve susmaları için gerekli emekli maaşı ve tazminat vs. gibi diğer ödemeler için gerekli maddî kaynağın da, B. Amerika"dan temin edildiğini, bizzat Alpaslan Türkeş itiraf etmişti..

Ve, ihtilalin üzerinden henüz 6 ay geçmeden, bizzat Türkeş ve "14"ler" diye arkadaş grubu da, Millî Birlik Komitesi diye anılan 37 kişilik ihtilal komitesindeki metod tartışmalarının savaş atmosferine dönüştüğü gerekçesiyle, Kasım-1960 başında MBK"sinden de, ordudan da atılıp yurt dışına sürülmüşlerdi..

Ve iktidarda kalan ve de kaybeden tarafların arkasında yığınla prof.lar,  gazeteciler, işadamları, sendika ağaları ve hattâ toplumda "din adamı" diye anılan bazı kişiler bile vardı.. Ve ortaya çıkan yeni duruma göre, onlar da yeni tavırlar belirliyorlardı..

Harbokulu Kom. Alb. Tal"at Aydemir ve arkadaşlarının giriştiği 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 darbe teşübbeslerinde yüzlerce subay ordudan atılmışlar lider kadrosu kurşuna dizilmişlerdi..  Halbuki onlar da, iktidarda olanlar gibi "atatürkçü"  idiler.. Ama, kendilerini korumak için, istemiye-istemiye, birbirlerinin ayaklarına basmak zorunda kalmışlardır.

*

9 Mart günü 1971"de darbe yapmak isteyen General Celil Gürkan ve arkadaşlarının, dönemin KKK. Komutanı Org. Faruk Gürler"in son anda saf değiştirmesi ve kendilerini terketmesi üzerine başarısız kalan darbe teşebbüsü, üç gün sonra, terazinin karşı kefesinden, 12 Mart Askerî Darbesi olarak ortaya çıkınca da, yığınla subay ordudan tard edilmişti..  Yani, problem kimin daha çok atatürkçü olup olmadığından değil, takib olunacak metod tartışmaları ve kimin baş olacağı açısından ortaya çıkmıştı.. Ve bütün bu teşebbüsler de, kendilerini -sözüm ona- "aydın" diye niteleyen nice kesimlerin desteğine sahib idi ve darbecilerin etrafında nasıl bir yalaka ordusunun oluştuğu, bilinmeyen bir yeni durum değildir..

12 Eylûl 1980 ve 28 Şubat 1997 Askerî Darbeleri"ne bakıldığında da, henüz nice belgeleri açıklanmadıysa da o zaman ordunun en sorumlu noktalarında bulunanların yayınlanan hatıralarının ışığında, aynı hastalıklarla akamete uğranıldığının ibretli örnekleriyle doludur..

27 Nisan 2007 muhtırası etrafındaki gerçekler, henüz tam olarak gün ışığına çıkmış değil.. Sadece Büyükanıt"ın, çaldığıyla gururlanan hırsız  misali, "ben yazdım.."  diye şecaat arzederek sorumluluğunu kabullendiği o "ısyan hareketi"  için, millet, iradesini ve tepkisini ortaya koydu; ama, kanun yine uygulanamadı.. Demek ki, bu "çeteleşme"  sarmalında,  egemen güç odakları arasındaki denge oyunları öyle gerektiriyordu, adâlet değil.. 

*

Ve 2003-04"lerde rivayetleri ayyuka çıkan darbe teşebbüsü haberleri ve beklentilerinin ipuçları, o dönemin Dz. Kuv. Kom. Özden Örnek"e nisbet olunarak yayınlanan "Günlük"lerde de etraflıca anlatılan "Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz" gibi isimler altında yapıldığı anlaşılan darbe hazırlıkları hakkında, zamanın Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, nihayet son zamanlarda konuşmaya başladı ve "o darbe teşebbüslerinden haberdar olduğunu, ama, belge sahibi olamadığı için ve sorduğunda da, sorumlu komutanların, "öyle bir şey yok.." demeleri üzerine, harekete geçemediğini" itiraf etti..

Bülend Arınç, o zamanki Meclis Başkanı olarak,  "o darbe teşebbüslerinden kendisini Başbakan Erdoğan"ın haberdar ettiğini, ama, ülke karışmasın diye durumu açıklamadıklarını ve amma bu teşebbüsler karşısında eğilmediklerini, dimdik ayakta durduklarını"  belirtiyor.. Bu iddiayı kenarından geçmemek, onların hakkını da teslim etmek gerekir..

Burada‚ "yargıyı niye harekete geçirmediniz?" diye bir sual sorulabilir ve sûreten doğru gibi de gözükebilir bu sual ama; TC"deki yargı sisteminin kemalist rejimin tahammünü gözetecek şekilde kullanıldığı asla unutulmamalıdır..

Ve burada unutulmamalıdır ki, şimdi adâlet, hukuk ve kanunlara göre hareket ettiğini daha bir vurgulayan Hilmi Özkök  veya bir zamanlar başında bulunduğu TSK kurumu, (ne olduğu hukukî objektifliğe kavuşturulamamış olan)  "çağdaş yaşayışa uygun davranmadıkları" gerekçesiyle, sırf birkaç aileleri, inançlarına uygun olarak örtülü olan yüzlerce parlak başarılı  subayı, YAŞ kararlarıyla ve " irticaî faaliyetlerde bulunmak ve disiplinsizlik"  bahanesiyle suçlayıp, yargı yolu bile açık olmaksızın, ordudan atmamış mıydı ve hâlen de atılmıyorlar mı?

"Kanunlar bir örümcek ağı gibidir, ona küçük sinekler takılırlar, eşek arıları ise onu delip geçerler.."  diyenler yanlış dememişler.. 

*

Gözüken kısım, buzdağının küçük bir kısmı ise de, taşların yerinden oynaması bile bir büyük gelişme..

"Ergenekon"  diye isimlendirilen malûm konuda ideolojik izahlar ve sosyo-politik yorumlar yapmaya gerek yok.. Yoksa, bu durum, zorbalığın yaldızlanması olur..

"Ergenekon" denilen bu örgütlü çalışma, bir kadronun, yüzyıllık iktidarı yitirmemek ve aynı ideolojik ve jakoben /tepeden inmeci, zorba yöntemlerle nesilden nesile sürmesini hedefleyen ve bu uğurda her şeyi mübah bilen bir çalışmadır..

Yani, bu zamana kadar yapılan askerî darbelerden çok daha geniş düşünülmüş, birilerinin iktidar makamında olmasını değil, bir fikrin, bir ideolojinin, bir zorbalık ideolojisinin iktidarda kalmasını hedeflemiş ve ülkemizin ve müslüman halkımızın üzerine bir heyula, bir gulyabanî gibi abanmış bir yapılanma.. Bu yapılanmanın çok etkin ve yaygın olması, yüzyıllık geçmişin kendilerine sağladığı insan gücü ve devlet imkanları açısındandır..

Çünkü, toplumdaki hâkim zorba güç, kendi hâkimiyetini, tahakkümünü sürdürmek için, bir satranç oyununda olduğu gibi, asıl korunması gereken kendi öz yapısını,  Şah"ı korumak için, diğer bütün güçleri kullanmayı planlıyor, kullanıyor..  Bu yolda, piyonları bazen vezir yapıyor, vezirleri piyon yerine koyuyor, komplo teorilerinin sınırlarını bile zorlayacak entrika yumakları yuvarlayarak, her cinayeti işliyor/ işletiyor ve "devletin maslahatı için her şey caizdir"  kültürünü inançla da sarmalayarak ve hattâ bu işte, "din adamı" denilen kesimleri de kullanarak,  dilediği gibi hareket ediyor.. Yani, "dini istismar gerekirse, bunu ancak biz yaparız!"  şeklindeki bir mantıkla..

Ve bunları yaparken de, devlet bütçesinin, en dokunulamıyan-sorgulanamayan kısmı olan, -başta askerîye olmak üzere-, her türlü resmî (veya gayriresmî gözüken) kurum ve kuruluşlar eliyle, her türlü şeytanî entrikayı tezgahlıyor.. Bir tabancayla gerçekleştirilen bir Danıştay Saldırısı"nın Türkiye"ye hangi yanılgıları yaşattığını, o günlerde yanılanlardan kaç kişi şimdi gerçeği görerek, anlayabilmek ve uyanmak noktasına gelmiştir, dersiniz..

Rejimin korunması adına yapılan, nice yüksek rütbeli komutanlarca yapıldığı bilinen  ve milyonların katıldığı bildirilerek toplumun yanıltılması hedeflenen 2007 Baharı"ndaki mitinglerin bugün hangi merkezlerden planlandığı ve finanse edildiğinin belgeleri, telefon görüşmeleri ve internet kayıtları ortadayken; o zorbalıkları yapanlar hakkında, yine de nasıl "kadife el"le muamele ediliyor, yargı tarafından.. Bu yargılamalarda suçlanan kişilerin kamuoyunda bilinen söz ve tavırları ve mahkeme kararıyla yapılan alan dinlemeleri, telefon görüşmeleri veya internet yazışmaları ortadayken,  evet, bu mülayim muamele, yargının çok insanîleştiğine mi hamledilmeli, verilmeli, yoksa fikrî ve kalbî beraberliğe mi?

Halbuki, aynı suçlamaların yüzde değil, hattâ binde birini bile sıradan vatandaşlar yapsaydı, onlara nasıl davranılacağının bilgisine erişmek isteyenler, bugünkü siyasî iktidardan önceki yıllara bir uzanıversinler,..  

Esasen, yargılamaların bu kadar mülayim olması da, mevcud rejimin biraz insanîleştiğinin değil, aynı değerler sistemine bağlı, temelde aynı, ama takib edilecek metodda birbirinden farklı gruplaşmaların ortaya çıktığı gerçeğini yansıtmaktadır.. Gerçek, herhalde şudur ki, bugün her ne kadar zıdlaşma olsa bile, yarınlarda, yine, aynı değerleri korumak için işbirliği yapabileceklerinin idrakinden uzak düşmemeye dikkat göstermelerindendir, bu mülayim uygulama..

Hele bazı sanıkların, tutuklu sanıkların bile, muhakeme esnasında okunan iddia veya açıklanan mahkeme heyeti kararlarına itiraz olarak, mahkeme salonunu bağıra-çağıra terketmeleri ilginç.. Bütün bunların müsamaha ile karşılanması, eğer muhakeme usûllerinde bir genel uygulama haline getirilecekse, çok büyük bir gelişme sayılıp alkışlanmalıdır..

Ama, siz siz olun, bu gibi durumlarla karşılaştığınızda,  Ergenekon isimli dâvadaki yargılamalarda sanıklara gösterilen müsamahanın size de gösterilebileceği gibi safdilliklere kapılmayın; çünkü o zaman jandarma dipçiğinin kafanıza ineceğini ve ayrıca mahkemeye karşı saygısızlıktan dolayı, tutuksuz iseniz tutuklanabileceğinizi ve tutuklu iseniz o zaman da hücre cezası ile cezalandırılabileceğinizi gözönüne almalısınız..

*

Ama, şimdi görmekteyiz ki, kimsenin 80 yıllık bir tahakkümün zorba ve egemen güç odaklarının en seçkinleri sorgulanabilmektedir.. Evet, mevcud düzenden fazla bir şey beklenmese de, taşlar yerinden oynatılmıştır.. Ortaya çıkan tablonun, buzdağının su üzerinde gözüken küçük bir kısmı olduğunun anlaşılması gerekir..

Başı, yüzyıl öncelerde uydurulmuş olan bir masal ve ortası, bir asrımıza mal olan entrikalar ve cinayetler yumağı olan Ergenekon yapılanması"nın sonunun, bu şeytanî çarkı kuranlar için hüsranla sonuçlanması dileğiyle..

Haksöz

Bu yazı toplam 2827 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar