Başbakan'ın surda açtığı gedik

Üstad Necip Fazıl (rahmetullahi aleyh), Dersim katliamıyla ilgili şu satırları yazarken ne kadar yalnız bir adamdı:

"Mazgirt Tersemek nahiyesinin halkı doğranmakta... Merhamet sahiplerinden biri, birle on yaşı arasında 20 kadar çocuğu alıp bir derenin içine saklamıştır. Çocukların öldürülmeleri emri veriliyor. En katı yürekliler bile, böyle müdafaasız mâsumlara silâh kullanamayacaklarını söylemeye mecbur kalıyorlar. Tecrübe birkaç defa akamete uğruyor ve hayli sıkıntı mevzuu oluyor. Nihayet karanlık suratlı bir adam bulunuyor ve bir dere içinde titreşe titreşe bekleyen 20 mâsumun işi bitiriliyor."

Cumhuriyetin "asr-ı saadet"i gibi görülen bir dönem hakkında böyle şeyler söylemek, düpedüz "divanelik"ti o zamanlar.

Büyük Doğu mecmuasının bir kapağında "Divanelere Muhtacız" diyen Necip Fazıl, muhtaç olduğumuz "divaneler"in öncüsüydü.

Üstadın rahle-i tedrisinden geçen Recep Tayyip Erdoğan da, siyasi linç riskini göze alarak Türkiye Cumhuriyeti'ni Kürt meselesiyle yüzleştirmeye ve bu meseleyi çözmeye ahdettiği gün, muhtaç olduğumuz "divaneler"e katılmış oldu.

Kürt meselesini çözme iradesi gibi, derin devlet terörüyle mücadele azmi ve Müslüman komşularımızla entegrasyon hamlesi de başlangıçta "divanelik"ti.

"Başlangıçta" diyorum, çünkü Erdoğan'ın "divanelik"teki ısrarı sayesinde bu "divanelik"ler zamanla "divanelik" olmaktan çıktı, kitlelere mal oldu, 'vakayı adiye' haline geldi, hatta siyasetin ve entelektüel hayatın 'ana ekseni'ne dönüştü.

Bir zamanlar sadece sistem muhalifi marjinal yayın organlarında yayınlanabilen şu gibi yazılar, bugün, sistemle ciddi bir sorunu olmayan ve hatta sistemin en berbat taraflarına sahip çıkabilen gazetelerde bile yayınlanabiliyor:

"Yıl malum yıl. / Herkesin unutmaya çalıştığı yıl. / Ağlayacak anaların da öldürüldüğü yıl. /"/ Hikâyemiz, o günlerde Dersim diye bilinen Tunceli'nin Hozat kazasının bir köyünün 1 kilometre ötesinde, biri ağanın konağı diğeri evi ve bir de taş ahırın olduğu mezrada geçer. / Hava kurşun gibi ağırdır. / Sabahın köründe ve o lanet ayazında dağ taş asker dolar. Erkekler ile kadın ve çocuklar ayrılır. / Çavuş, kadınlara karşı gayet kibardır. / Hatta kendilerine çay yapılmasına izin verirler. Çay içilirken komutana bir emir

gelir ve bir süre, "Bu emirden emin misiniz" sorusunun yanıtı beklenir. Emir doğrudur ve kesindir, tekrarlanır ve bir daha tekrarlatılmaması için uyarılır komutan. / Askerler çaylarını bırakır, çatılmış tüfekler alınır, tüm kadın ve çocukların konağa girmesi istenir. İstenmez, emredilir. / Az önce çay veren kadının yediği dipçik, yeteri kadar açıktır. / Erkekler zaten yoktur. Ve kendilerinden birkaç saattir haber alınmamaktadır. / Konağın şömineli odası 30, bilemediniz 40 kişi alır. Çoluk çocuk 100'e yakın insan eve zorla sokulur. Artık çocuklar ağlamaktadır. Odanın içinde herkes bağırmakta, kendilerini içeri iten askere lanetler yağdırmaktadır. /"/ O gün, o lanet gün o odadakiler bilmez ki, kasabanın dibine kadar yürütülen erkekler dere kenarında kurşunlanmıştır. Ve elbette bilmezler ki, o gün binlerce insan sadece ve sadece Kürt-Alevi olduğu için öldürülecektir. Ve bilmezler ki, birkaç dakika içinde onların da sonu bellidir" (Yavuz Semerci, Gazete Habertürk, 20 Kasım 2009)

Artık aydınlar, yazarlar böyle şeyleri rahatça konuşup yazabiliyor, çünkü ülkenin Başbakanı (ve elbette Cumhurbaşkanı) Kürt meselesiyle ilgili tabuları devlet katından başlayıp yıkarak Cumhuriyet tarihinde yeni bir sayfa açtı; böyle şeylerin rahatça yazılmasına müsait bir sayfa" Adaletli bir gelecek için adaletsiz geçmişin rahatça sorgulanmasına müsait bir sayfa" Ceberrut devlet anlayışından arınmış yeni bir Türkiye'nin psikolojik temelinin rahatça atılmasına müsait bir sayfa"

Türkiye olgunlaşıyor.

Türkiye normalleşiyor.

Türkiye 'olağanüstü hal'i aşıyor.

Onur Öymen, Devlet Bahçeli, Deniz Baykal gibi siyasetçilerin temsil ettiği sancılar ve sarsıntılar, bu sürecin olmazsa olmazlarıdır.

80 yıllık yaraların bir anda kapanması, 80 yıllık pasların bir anda silinmesi, bunun sorunsuzca gerçekleşmesi elbette beklenemez.

Değişime elbette direnç olacak.

Ve direnç ne kadar pervasız olursa, değişim o kadar mevzi kazanacak.

Kazanıyor işte:

Türkiye, Başbakan Erdoğan'ın AK Parti 14. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı'nda yaptığı konuşmada Necip Fazıl'ın yukarıda mezkûra satırlarına yer vermesini tabii karşılıyor"

Halbuki, bundan dört sene evvel Diyarbakır'da yaptığı konuşmada "Kürt meselesi benim meselemdir, büyük devlet hatalarıyla yüzleşen devlettir" demesi 'olay' olmuştu.

Evet; Türkiye olgunlaşıyor, normalleşiyor, 'olağanüstü hal'i aşıyor.

Necip Fazıl'ın şu mısralarını 'sahiplenerek' okumak, bugün herkesten önce Recep Tayyip Erdoğan'ın hakkıdır:

"Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes

Ey kahpe rüzgâr artık ne yandan esersen es"

Bu yazı toplam 2176 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar