Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

"Barışı yok eden bir diğer barış"la noktalanan...

"Barışı yok eden bir diğer barış"la noktalanan "14. Dünya Savaşı"nın öncesi ve sonrası..

1 Eylûl, beşeriyetin yakın tarih döneminde önemli hadiseleri hatırlatan bir gün..

1 Eylûl 1969 sabahı, dünya, Libya"da, Muammer el"Ghaddafî isminde 27 yaşındaki bir teğmen"in, Kral İdris es"Sunûsî, Bursa kaplıcalarında romatizma tedavisi gördüğü bir sırada, kansız bir askerî darbe yaptığı haberiyle uyanıyor ve şaşırıyordu..

Bu, davranışlarındaki tutarsızlık ve karakterindeki "git-gel"ler yüzünden  "delifişek" diye anılmayı hak eden bu kişi, tam da (uzun ömürlü) olması temennisini yansıtan Muammer ismine uygun, "ismiyle musemmâ" derittirecek bir şekilde, hâlâ da iktidarda.. Ve, her an ne yapacağını kimse kestiremiyor..

*

Ama, 1 Eylûl"ün bütün dünyayı ilgilendiren asıl önemi, sonraları İkinci Dünya Savaşı olarak isimlendirilen bir korkunç savaşın başlangıç günü olmasından geliyor..

Evet, İkinci Dünya Savaşı"nın başlaması üzerinden tam 70 yıl geçmiş..

Yani, o savaş patladığında dünyaya yeni gelenler şimdi 70 yaşında..

Savaş şartlarını hatırlayabilenler ise, en azından 78-80 yaşında.. Ve savaşın yükünü taşıyan nesiller ise, artık, hayattan büyük çapta çekildiler.. Herşey, "bir varmış, bir yokmuş"a döndü..

Ve o savaşın değerlendirmeleri, onu yaşamamış nesiller için, bir masal gibi gelebilir.. Ama, bütün bir beşeriyetin hayatı, hâlâ da, o savaş sonrasında kurulan yeni zulüm mekanizmalarının dişlileri arasında geçiyor..

*

İlk gençlik yıllarımda, birçok karelerden oluşan düşündürücü bir karikatür görmüştüm.. Farazî bir "14"ncü Dünya Savaşı"ndan sonraki durum anlatılıyordu..

Ama, bunun için önce ilk dünya savaşının nasıl ortaya çıktığının anlatılmasına gerek duyulmuştu..

Yeryüzü bomboş iken, ilk insanların, Hz. Âdem"le Havva"nın dünyaya getirdikleri çocuklarının çoğalıp da yeryüzünün muhtelif yerlerine dağılmaları ve herkesin ve bulundukları coğrafyalarda, diğer kardeşlerine göre daha varlıklı veya yoksul duruma düşmeleri ve ihtirasları, gemlenemiyen arzuları yüzünden diğerlerinin sahib olduğu imkanları kıskanmaya başlamaları yansıtılıyordu, çizgilerde..

Ovalarda ve sahillerde olanların yükseklerde; yüksektekilerin de, ovalarda ve sahil kenarlarında yaşayanlara hased etmeleri ve bu hasedin daha sonra husûmete dönüşmesi ve ortaya bu rahatsızlıkları gidermek iddiasıyla "kurtarıcı"ların çıkıp, gerçek veya sahte kutsallar üzerine yemin ederek ateşli nutuklar atmaya başlamaları ve bunu, tarafların, kendilerini ve sahib oldukları zenginlikleri korumak ve diğerlerinin zenginliklerini ele geçirmek için ordular kurmaları takib ediyordu.. Ve, çıkan savaşta herşey  yakılıp yıkılıyor ve geride yine bir erkek ve bir kadın kalıyor ve onlar da yıkıntılar ve acılar içinde, hayata yeniden tutunup bağlanmaya çalışıp, yeniden çoğalmaya ve yeryüzüne dağılmaya başlıyorlar ve geçmişteki problemler yine zuhûr ediyor ve yine aynı sonuca, yeni savaşlara ulaşılıyordu..

Derken.. Böylece 13 dünya savaşı geçirilmişti. Ve her dünya savaşı da bir öncekinden daha bir muhrib, tahribkâr ve vîranedici oluyordu...

Karikatürdeki basit çizgilerle anlatılan, beşeriyetin büyük ve acı gerçeğiydi..

Sahi, bu köhne dünyamız, ne büyük savaşlar görmüş, ne milyarlarca insanın dünyasının, hayatının üstelik haksız ve sırf  "Sen yeme, ben yiyeyim, benim olsun, bana boyun eğ!."  gibi bir açlık ve açgözlülükle söndüğüne şahid olmuştu..

Bu açıdan bakılacak olursa, her bir savaş da, bir dünya savaşı çapındadır ve içinde daha nice dünya savaşlarının çekirdeğini şekillendirir..

Mehmed Âkif"in mısralarındaki durum, yani.. "Geçmişten adam hisse kaparmış../ Ne masal şey! /Beş bin senelik qıssa yarım hisse mi verdi?/ 'Tarih'i 'tekerrür' diye tarif ediyorlar; /
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?"

*

Evet, bu mânada, 14. Dünya Savaşı denilebilecek bir diğer savaş daha 1 Eylûl 1939"da Alman Ordularının, Adolf Hitler"in emriyle Polonya"ya girmesiyle başlamıştı..

Ve, Hitler, bu saldırıya haklılık kazandırmak için, sınırdaki bir alman karakolunu, içindeki askerlerle birlikte topa tutturmuş ve bunu dünyaya, Polonya"nın küstahlığı olarak duyurmuş ve intikam çığlıkları atan kamuoyunun talebine uygun olarak, saldırıya geçip, bir hafta içinde başkent Varşova"ya ulaşmıştı..

Bu savaşın bir dünya savaşı olarak isimlendirilmesi, daha sonra olacaktı.. Esasen, Hitler veya bir başkası, bir dünya savaşı başlıyor diye nitelememişti, onu..

(Hani, tarihçi Prof. Halil İnalcık, geçenlerde, Osmanlı Devleti"nin 1299"da Bilecik- Söğüt"te değil, 1302"de ve Yalakova (bugünkü Yalova)"da Bizans Tekfuru"yla yapılan bir savaş sonrasında kurulduğunu ileri sürmüştü.. Ve bu iddiada bulunurken de herhalde, Osman (Gazi) Bey"in, Moğol İstilâsı"yla darmadağın olan bir Anadolu Selçuklu Devleti"nin Bizans"a en yakın olan bir noktada, Söğüt"te bir uçbeyi olduğunu ve onun "devlet kuruyorum" diye bir iddiayla ortaya çıkmadığını gözönünde bulundurmamıştı.. Bunlar sonradan ortaya çıkan duruma bir isim giydirme çabasının sonucuydu..)

Hitler"in Polonya"ya girmesinin kendisine göre haklı sebebleri vardı.. 

Çünkü, Birinci Dünya Savaşı"nın galibleri, çok zâlim bir paylaşım yapmışlardı..

Bu zâlim paylaşımın Almanya"nın payına düşen kısmı da, alman toplumunu içten içe kaynatıyordu..

Çünkü, Polonya"nın batısında kalan büyük toprakları, Birinci Dünya Savaşı sonunda, yani 1939"dan henüz 20 sene öncelerde, Almanya"dan koparılıp Polonya"ya verilmiş ve bu durum, alman halkı için ağır bir cezalandırma olduğu kadar, aynı şekilde bir tahrik unsuru da oluşturmuştu.. Ve o mahiyetiyle bile, savaş kaçınılmaz görülüyordu...

Ve işte şimdi, 1 Eylûl 1939"da, o kaçınılmazlığın bir yansıması ile karşı karşıyaydı dünya..

Ama, henüz bir dünya savaşı sözkonusu değildi.. Savaşın, Avrupa"yla sınırlı olduğu sözkonusu edilebiliyordu..  Ama, o savaş, Avrupa ile sınırlı tutulabilir miydi? 

Bu hususta, "eğer şöyle olsaydı, böyle olurdu, meğer öyle değilmiş.." gibi yorumlardan ilerisini yapmak mümkün değildir.. Hele uluslararası iletişim ve bağlantıların giderek daha bir geliştiği çağımızda, bir yerdeki bir savaş, fizikteki bileşik kaplar örneğinde olduğu gibi,  dünyadaki hemen bütün güç odaklarını da etkileyiveriyor.

Nitekim, 1980-88 arası 8 yıl süren ve kendi saldırısıyla başlayan ve 1 milyondan fazla insan kaybına sebeb olan İran- Irak Savaşı"ndan beklediği zaferi elde edemiyen bir Saddam Huseyn, o savaş durdurulduktan sonra, halkına, ellerinin boş olmadığını göstermek istercesine; Ağustos-1990"un son gecesinde Kuveyt"i işgal edip, o küçük ülkeciği Irak"a, 19. eyalet olarak ilhak ettiğini, kattığını açıkladığında, bu küçücük saldırı ve istilânın, yalnızca Ortadoğu"yu değil, bütün dünya siyasetini alt-üst edecek çılgınlıkların kapısını açacağını kendisi de bilmiyordu, mutlaka..

Tarih böyledir..

"Eğer ve meğer"lerle, değerlendirme yapılırsa, sonuç, "keşke.."lerle noktalanır, genelde..

*

Nitekim, Hitler de, Birinci Dünya Savaşı"nın kendi ülkesine ve halkına yüklediği ağır yüklerin altından kalkmak, halkının üzerine yüklenen o acı ve utançlardan kurtulmak isterken, onmilyonların kesin desteğini alıyordu.. Ama, tımarhane kapısı bir kez açılınca, oradan kimler nasıl çıkar veya oraya kimler nasıl girer; o daha bir ayrı mes"eledir..

*

"Savaşı yoketmek için savaşmak" niyetiyle yapılan boğuşma, "barışı sona erdiren barış"la noktalanmıştı!..

Evet, 1 Eylûl 1939"dan 20 sene öncelerde ve Versailles (Versay) Andlaşması"yla sonuçlanan Birinci Dünya Savaşı, yeni savaşları kaçınılmaz yapmıştı..

Bunun içindir ki, Versailles Andlaşması"nın, "barışı yok eden barış" diye nitelendirilmesi hiç de yanlış değildir.. Halbuki, o savaş da, "bir daha savaşlar olmasın.." niyetiyle, savaşları yok etmek gibi tadlı hayallerle başlamıştı..

O savaşın öncesini hatırlıyalım.. O savaş, Avrupa"daki hemen bütün güç dengelerini alt-üst etmiş; ünlü Avusturya-Macaristan İmparatorluğu"ndaki 650 yıllık Habsbourg, Almanya"daki Hohenzollern, Rusya"daki 300 yıllık Romanoff ve stratejik açıdan dünyanın kilidi mesabesindeki Ortadoğu- Kafkas ve Balkanlar"da 625 yıldır hükmeden Osmanlı ve İran"daki 150 yıllık Qacariye  gibi hanedanlar ve bunların yanında nice krallıklar da çökmüş; galib güçlerin istediği şekilde yığınla ve irili-ufaklı devletçikler, krallıklar veya şeflikler oluşturulmuş ve bunların herbirisinin başına da -savaşta kendisi de epeyce yara alıp zayıflamış olsa bile, B. Amerika"yla işbirliği yaptığı için yine kâzançlı çıkan- İngiliz emperyalizminin kuklaları oturtulmuştu..

"Savaşa son veren savaş" olması iddiasıyla başlatılan ve başta Avrupa olmak üzere, dünyadaki hemen bütün güç odaklarını alt-üst eden I. Dünya Savaşı, geride 30-40 milyondan fazla insanın cesedleri üzerinde, yeni bir dünya kurmaya özenen galiblerin en zorbaca dayatmalarıyla düzenlenen bir barış andlaşması imzalatmışlardı, mağlublara.. Ve böyle bir barışın, "barışı yok eden barış" olarak isimlendirilmesi yanlış olmayacaktı..

Halbuki, o savaşın neticesinin korkunçluğuna ve büyüklüğüne nisbetle küçük bir eylem, bir kıvılcım mesabesinde olan bir suikasd idi, o yangını tutuşturan.. Belki de, hiç kimse, o küçücük kıvılcımın öylesine korkunç bir kanlı boğuşmayla sonuçlanacağını tahmin edemezdi..  (Nisan-2009 ortasında, Viyana"daki Askerî Tarih Müzesi"ni gezerken, Avusturya -Macaristan İmparatorluğu Veliahdi Arşiduk Franz Ferdinand ve eşinin, 28 Haziran 1914"de Saraybosna (Sarajevo)"da, bir köprü başında, içinde, Gavrilo Princip isimli bir sırb nasyonalist- teröristinin sıktığı kurşunlarla öldürüldüğü makam arabasını ve ondaki kurşun izlerini ve maqtul/ öldürülenlerin (Ferdinand ve eşinin) kurşunla parçalanmış kanlı elbiselerini görmüş ve bir insanın bir diğer insanı öldürmesiyle başlayan o gelişmelerin daha sonra, onmilyonlarca insanın ölümüne sebeb olacak bir kanlı boğuşmanın yolunu açacağını herhalde hiç kimsenin hesab edememiş olduğunu acıyla düşünmekten kendimi alamamıştım..)

Dahası, o savaşın ortasında, Rusya"da patlak veren bolşevik / komünist devrimi, savaşın hemen arkasından, maddî ve manevî açıdan tam bir yıkıntıya uğramış olan Avrupa ve diğer dünya toplumlarını derinden derine etkilemeye başlamıştı..

Ve mağlub olan eski güç merkezleri ise, derin sosyal çalkantılar içindeydi..

Bunların başında da, Almanya ve de Osmanlı"nın enkazı üzerinde kurulan yeni ülkelerin sosyo-politik yapılarındaki derin sancılar geliyordu..  Ki, bu alanda, sadece, (1918"lerin İng. Dışbakanı"nın adıyla anılan) Balfour Beyannâmesi"yle Filistin topraklarına gitmeleri için dünyanın dört bir tarafından çağrılan yahudiler, iki bin yıllık bir vatansızlıktan sonra, kendilerine bir toprağın peşkeş çekildiğinin heyecanıyla, Ortadoğu"nun kalbine hançer saplanışın kanlı figuranları olarak sahnede yerlerini almalarını hatırlamak bile yeter.. Hakezâ, Osmanlı"nın yıkıntılarında yükselen emperyalist kuklası diktatörlüklerin,  kendi halklarının manevî değerleriyle boğuşmayı kendilerine temel pensip edinmeleri üzerine,  o coğrafyalarda başlayan ve hâlâ da yerli yerine oturmamış olan nice sosyal bünyelerin sancısı, bütün dünyayı bugün de etkilemeye devam etmiyor mu?

*

Yenilginin dış etkenlerden çok,  iç "hıyanet"le tezgahlandığı, inandırıcı bulununca..

Bunun içindir ki, hele de Adolf Hitler"i ortaya çıkaran şartları gözönüne almadan, II. Dünya Savaşı"nın izah edilemiyeceği, rahatlıkla söylenebilir..

Bu yüzden, önce,  Birinci Dünya Savaşı"ndan çok ağır bir yenilgi alarak çıkan  Almanya derin sosyo-ekonomik ve kültürel buhran ve çalkantıların pençesine düştüğü hatırlanmalıdır..

Alman ordularının I. Dünya Savaşı"nda savaşamadığı herhalde iddia edilemezdi..

Ama, onların cebhelerde kahramanca savaşmasına ve alman silah sanayiinin onca gelişmişliğine ve halkın da onca büyük fedakârlığına rağmen; Almanya"nın nasıl olup da yenildiğini ve o ağır barış şartlarını kabul etmiş olduğunu, kitleleri ikna edecek tarzda izah eden kimsenin ortaya çıkmadığı bir esnada, Adolf Hitler çıktı ve yenilginin sebebini içerden uğradıkları bir hıyanetle izah etti..

Ona göre,  "Almanya toplumunu içten içe ekonomik olarak sömüren ve ahlâken de tefessüh ettiren, kokuşturan, çürüten yahudilerin hıyaneti yüzünden" yenilgiye uğranılmıştı; öyleyse, asıl düşman o idi.. Ve "üstün ırk" olan "saf aryen ırkına mensub, sarı saçlı beyaz tenli, mavi gözlü nordik /kuzeyli"  almanların efendiliğinin tartışılamazlığı ve de yahudilerin de "zararlı ırk" olarak yokedilmesi  temeli üzerine kurulmuş bulunan bir ideolojik anlayışla, bir "sosyal ayıklama" gerekiyordu..

Başka hiçbir makûl izahın yapılamadığı o hengamede, Hitler  ve başında bulunduğu "Nasyonal Sosyalist" (NA-Zİ / nazist)  hareketin yaptığı bu izah büyük çapta makûl gözüktü ve 15 yıldır derin sosyo-ekonomik buhranlar içinde kıvranan Almanya, çetin mücadelelerden sonra, 1933 yılında yapılan seçimleri kazanan Hitler"in ve "nazi"lerin avucuna düştü.. 

*

Ve 6 yıl süren hummalı bir çalışma ve bütün toplumu sihirleyen bir heyecanlı disiplinle kendisine güvenini tazeleyen Alman toplumu, bu arada, -"I. Dünya Savaşı" sonrasında dağılan Avusturya- Macaristan İmp. topraklarından ayrılıp, yepyeni bir devlet olarak icad olunan- Çekoslavakya"nın ve Hitler"in doğum yeri olan Avusturya"nın da Almanya"ya savaşsız olarak katılmasının sağlanmasıyla, daha bir güçlenmişti..

Ve artık, işte bu düzenlemelerden sonra, önce Polonya"ya kaptırılan topraklar da geri alınmalı ve sonra, 20 sene öncelerde Almanya"yı teslim almış olan Fransa ve İngiltere"ye de haddleri bildirilmeliydi..

*

"İnsan insanın kurdu veya tanrısıdır.." diyen iki ideolojinin, kapitalizm ve komünizmin global bir boğuşması..

Belki,  Hitler de başlangıçta bir dünya savaşı düşünmüyordu belki.. Kendi ülkesine ve kendi halkına yüklenen ağır ve utanç verici bir yenilginin izlerini silmek istiyordu..

Bunu, Polonya"ya saldırmasından bir hafta önce,  25 Ağustos 1939 günü, Hariciye Vekili Joachim Von Ribbentrop"u  Stalin"e gönderip Molotof"la birlikte imzaladığı, "Polonya"nın doğusunu ve Avrupa"nın doğusundaki birçok ülkecikleri Sovyet Rusya"ya bırakan "gizli anlaşma"dan da anlayabiliriz. Yani, o zaman, Hitler sanki, hedeflerini ve haddini biliyor gibi bir durumdaydı..

Ama, belki de, ilk hamlede kazandığı zaferler, onu çok daha büyük zaferleri kazanmaya koşturmuş ve kendisini frenlemeyi düşünememişti.. Üstelik, ağır yenilgilerin ve yıkıntıların içindeki insanların / toplumların çok yönlü düşünme imkanları olmaz genellikle..  Onlara bazı kişileri veya formülleri "kurtarıcı" gibi kabul ettirmenin zor olmayacağı, ortadadır..

Nitekim, ilk zaferler kolaylıkla gerçekleştiğinde, Hitler, sebebi hâlâ da tam olarak bilinmeyen ve genelde, sadece Rusya"ya duyulan düşmanlık ve komünizme beslenen hınç ya da rakibsiz bir dünya imparatorluğu kurmak emeli ile izah edilmeye çalışılan bir kararla, -Stalin"le yaptığı  25 Ağustos 1939"da imzalanan gizli anlaşmayı bozarak- ordularını bir yıldırım savaşıyla, Karadeniz"in kuzeyinden taa Hazar Denizi"nin kuzeyine, Stalingrad"a (bugünkü Volgagrad"a) ulaştırdığında ve Stalin"i de, dünyayı da şaşkına çevirdiğinde..

Artık, savaş Avrupa"yla sınırlı olmaktan çıkmıştı. Bu bakımdan, 2.Dünya Savaşı"nın başlangıcı olarak, asıl bu saldırıyı esas almak gerektiğini söyleyenler de haksız sayılmayabilirler.. Ki, Japonya"nın, Büyük Okyanus"daki Amerikan Deniz Üssü Pearl Harbour"a saldırısı ve o muazzam deniz gücünü tamamen yoketmesi de "Avrupaî bir savaş"ın bir dünya savaşına dönüşmesinin izleyecekti..

Evet, artık, savaş alevleri bütün bir dünyayı kavurmaktaydı..

Daha ilginci şu ki, o zamana kadar savaşta Hitler"in destekçisi olan Stalin, artık,  Müttefikler Cebhesi"nin önde gelen bir gücü olarak, savaşta ona karşı savaşan en büyük güçlerden birisi olacak ve savaş bittiğinde de, zaferin en büyük lokmasını, başta Doğu Almanya olmak üzere, bütün Doğu Avrupa"yı yutacak ve savaşın başında kendisinin de suç ortağı olduğu Almanya"nın "savaş suçlusu olarak yargılayacak güç odağının içindeki yerini alacaktı..

*

Evet, 6 yıl süren korkunç bir boğuşma ile, başta Avrupa kıt"ası olmak üzere, dünyanın hemen her köşesi, savaşın maddî-manevî büyük yıkıntılarına uğradı ve 20 milyondan fazlası alman olmak üzere, 65-70 milyon insan savaşta can verdi..

Özellikle, B. Amerika"nın, 1,5-2 milyon kadar askerle gerçekleştirdiği Normandiya Çıkarması"ndan sonra, savaşın kaderi değişti ve Hitler Almanyası, son demine kadar direndi, ama,  Doğu"dan da Rusya orduları ilerlemeye başlamışlardı..

Sonunda, Hitler, Müttefik Orduları"nın Berlin"e girip, Sovyet tanklarının kendi bulunduğu bunker"e/ sığınağa birkaç yüz metre yaklaştığı bir sırada, (ve Almanya"nın teslim olduğu tarih olan 8 Mayıs"tan bir hafta önce) 1 Mayıs 1945 günü, eşi Eva Braun ve Goebbels gibi yakın kurmay heyetiyle birlikte intihar edecek ve cesedleri de, Hitler"in geri kalanlara veridği emir gereği, yakılacaktı.. O, düşmanlarının eline ölü olarak bile geçmek istemiyordu..

Nitekim, Stalin ve Churchill, her ikisi de, Hitler"in öldüğüne uzun zaman inanmadılar, onun cesedini görmek istediler..

Yerine geçen  Hermann Göring, ve arkadaşları Nürnberg"de, Nasyonal Sosyalist Hareket"in Genel Karargah binasında, Amerika liderliğindeki Müttefik Güçler"ce askerî mahkemede savaş suçlusu olarak yargılanıp çoğu kurşuna dizildiler..

Almanya, birkaç küçük şehir dışında, baştanbaşa tamamiyle yakılıp yıkıldı, bombardımanlarla harabeye döndü... 

Japonya ise, artık son nefesine gelip dayandığı halde; Amerikan emperyalizmi, onun teslim olmasına fırsat vermeden, beşer tarihinin ilk iki Atom Bombası"Hiroşima ve Nagazaki gibi, askerî birlik bile barındırmayan şehirler üzerine atıp, bir anda 300 binden fazla sivil insanı katlederek,  Japonya"nın da teslim olmasını sağladı.. Böylece, kendisinin karşı konulamaz muazzam bir güce sahib olduğunu isbatlamak istiyordu..

Mussolini İtalyası da, zâten daha önce teslim olmuş ve Mussolini ve eşi, kitlelerce, elektrik direklerine, ayaklarından asılmak sûretiyle öldürülmüşlerdi..

*

Ve savaş bitmişti..

Tıpkı, I. Dünya Savaşı" sonrasında olduğu üzere, yine artık savaşlar olmasın diye, güzel ve yalan temennilerle, barışları yok edecek yeni barış andlaşmaları imzalandı, yeni savaşların kaçınılmaz tohumları atıldı.. Başta Ortadoğu  savaşın galiblerince yerleştirilen siyonist yahudi silahlı güçlere kurdurulan İsrail isimli rejim olmak üzere, yığınla yeni devletler-devletçikler kuruldu..

Kapitalist dünya, zafer sarhoşluğundan uyandığında Avrupa"nın doğusunu yuttuğunu gördükleri Stalin Sovyet Rusyası"na karşı ve "komünizmin yayılmacılığına karşı.." gerekçesiyle, (North Atlantic Treaty Organisation/ Kuzey Atlantik İttifakı Teşkilatı) diye anılan (kısaca, NATO) bir silahlı savunma paktı kuruldu..

Ve de, Birleşmiş Milletler Teşkilatı..

Ve amma, bu uluslararası teşkilat da savaşı kazanmış olan (Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin) 5 ülkenin  Daimî Üyeliği"nin ipoteği altında olması hasebiyle, en basit bir hak ve adâlet kavramına bile tahammül edemeyip, zorbalığı, kaba kuvveti ve başeğmeyi bütün dünya insanlığına 60 küsur yıldır dayatmaktadırlar..

Dünya, bir 50 yıl da, kapitalist ve komünist emperyalist güçlerin çatışma alanı halinde büyük acılar çekti ve hâlâ da çekmekte.. Dillerde ise, hâlâ özgürlük, hak ve adâlet şarkıları..

Ama bu şarkılar, mazlûmların, mustaz"afların (hakları ellerinden alındığı için zayıf duruma

düşürülmüş halkların) hak ve adâlet isteyen yüzmilyonların, milyarların feryadlarını boğmakta, berdevam..

Ve bugün, komünizm tehlikesi filan sözkonusu olmadığı halde, NATO, hâlâ ayakta ve kapitalist emperyalizmin ve onun şefi Amerika"nın sivri mızrağı olarak, gerekli görülen her yerde, Afganistan"da bile cinayetler işliyor..

*

Yani, değişen bir şey yok.. Haksızlıklar, zulümler, zorbalıklar, en gaddar şekliyle sürdüğüne göre, "15. Dünya Savaşı"nın ortaya çıkmasının şartları ve zemini de hep hazırdır..

Haksöz

Bu yazı toplam 2858 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar