Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

"Balyoz" ve bazı siyasetçilerle generallerin mantıkî "çıkmaz"ları..

"Balyoz Yargılaması"nın sonucu üzerine, evvelki yazıya ek olarak bir-iki noktaya daha değinmek gerekiyor:

Tamam, her hukuk düzeninde olduğu gibi, hele de bizdeki hukuk düzeninde, birilerine haksız yapılması ihtimali daha bir vardır.. Çünkü ülkemizde kemalist -laiklerin ülkemize ve halkımıza hangi yöntemlerle dayattıkları mevcud hukuk sistemi, milletin değerlerine itibar etmeyi, kanunların milletin vicdanındaki ölçülere göre meşrû olup olmadığı gibi kayguları olmayan bir sistemdir.. Buna rağmen, bu hukuk sisteminin içinde bile insanlar suçlu veya suçsuz durumda olabilirler.. Ama, mahkeme hükmü kesinleşmeden, insanların suçlu kabul edilmesi, "beraet-i zimmet asıldır.." prensibine de aykırı düşer.. Bu bakımdan, Balyoz sanıkları için henüz kesin hüküm verilmediğine göre, "suçludurlar" demek yanlıştır; ama, "suçsuzdurlar" demek de o kadar yanlıştır..

Böyleyken..

Herkes, hukûken suçlu olup olmadıklarına göre değil, kendi eğilimine göre, zannî suçlu veya suçsuzları belirlediler bile..

Bunlardan birisi de, MHP lideri Bahçeli..

Bahçeli, hakkında darbecilik suçlaması olan em. Korg. Engin Alan"ı, Haziran 2011 seçimlerinde partisinin İstanbul adayı göstermişti ve seçildi de..

Ama, BDP ve CHP"den m.vekili seçildiği halde, mahkemelerin serbest bırakmadığı diğer 7 m.vekili gibi, Alan da, henüz içerde.. Ve üstelik, Alan, geçen hafta, 18 sene hapis cezasına çarptırılmış bulunuyor.. Eğer, bu cezayı Temyiz de yerinde görürse, Alan"ın m.vekilliği de düşecek..

Devlet Bahçeli, 25 Eylûl günü, Silivri"ye giderek, MHP m.vekili olan Alan"ı ziyaret etti.. Ama, asıl önemli olan, Bahçeli"nin, bu ziyaretten sonra yaptığı açıklamasında özenle seçtiği bazı kelimeler, cümleler..

Şöyle diyor Bahçeli, (özetle):

"". Mahkeme sonuçları ilan edildiğinden itibaren (") millet vicdanında genel kabul görmediği anlaşılmıştır. Ben inanıyorum ki Yargıtay"a konu intikal ettiğinde mahkemenin almış olduğu kararlar Yargıtay"da daha adaletli bir şekilde değerlendirilerek milletimizin vicdanen huzur bulması inşallah sağlanmış olur.

Yargıtay"ın mahkemenin kararını aynen onaylaması durumunda Türkiye"yi sıkıntılı bir sürece sokacaktır. (") Mahkeme sonuçları belli olduktan sonra da medyadaki görüşmelere ve ne idüğü belirsiz, hukuk bilgisi ne olduğu anlaşılmaz insanlar tarafından bu mahkemenin sorgulanması ve çok ağır cezaları almış olan değerli TSK mensublarının almış olduğu cezaları haklı gösterebilecek tavırlar içersinde olması da ayrıca milletimizi üzmektedir. (") Yargıtay konunun üzerinde âcilen bir çalışma yaparak milletin vicdanındaki rahatsızlıkları giderebilmenin bir yolunu bulmalıdır. Bu arada medya patronları, medyanın genel yayın yönetmenleri, sorumlu olan şahsiyetler sözde program yapıyoruz diyerek adaletin köküne dinamit koyanlar, bu tavırlarından vazgeçmelidirler. (")"

*

İmdiii..

Bahçeli"nin bu sözlerinde, neresinden bakılsa, Mahkeme"ye ve kamuoyuna baskı ve tehdid yok mudur?

Herkes kendi adamının, kendi grubunun, kendi yandaşının suçsuzluğunu esas alır ve aksine çıkacak mahkeme kararlarını ülkenin bölünmesine yardım edeceği şeklinde değerlendirirse.. O zaman, hukukun üstünlüğü lafı nereye konulacaktır? Bahçeli"nin, "Bu mahkeme kararlarının halkın vicdanında genel kabul görmediği"ne dair sözlerinin ne gibi objektif kriterleri vardır? Ve o bu sözleriyle de, Temyiz yargıçlarını şimdiden etkilemeye çalışmakta değil midir?

Doğrusu, Bahçeli"ye bu sözlerinin hiç yakışmadığı ve de mantıklı olmadığı ve Balyoz ve diğer darbeci kadroların yargılamaları konusunda Kılıçdaroğlu"ndan bir milim bile ileride olmadığı söylenebilir.

Hele, onun cezaya çarptırılan generallerin teröre karşı mücadele veren kahramanlar olarak nitelemesi, ucuzun da ötesinde, gerçekleri çarpıtan sözler değil midir?

Yahu, bu yüzlerce generalden kaç tanesi, o denilen mücadelenin içindeydi?

Onların pek çoğu, Ankara"nın dışına gitmemek için çırpınıp durmuyorlar mıydı? Ve niceleri de, karargahlarında, millete nasıl tuzak kurulacağının planlarıyla meşgul değiller miydi?

*

Yargılanan, özellikle üst dereceli komutanların "darbeci" oldukları konumunda tereddüd içinde olmak neredeyse imkânsız.. Çünkü, onların, komutanlık günlerindeki davranışlarından, ses kayıtlarından, yazılarından, resmî toplantılarda yaptıkları konuşmalardan, kesinlikle bir "darbe hazırlığı" içinde olduklarına dair, dünya kadar delil ve tanık bulunuyor.. Nitekim, AİHM bile, bizzat em. Org. Ç. Doğan'ın yaptığı başvuru üzerine yaptığı inceleme sonunda, bu dosya ile ilgili olarak, hukuken delil sayılamayacak belge ve bulgular yanında, bizzat Ç. Doğan"ın imzasını taşıyan 2200 küsur belge ve CD'nin varlığını da kabul etmiştir..

Bu arada iddianâmede yer alan ve mahkemenin de genel olarak itibar ettiği anlaşılan belge ve bulgular arasında bir takım zayıf ve hattâ uyduruk sayılabilecek belge ve bulguların eklenmesi, herhalde, ya savcıların, kendi akıllarına göre, işi muhkem tutmak adına, işgüzarlık yapmalarından meydana gelmiştir; ya da, bizzat darbeciler, iddianame üzerine bir takım şübheler celbetmek için, uyduruk belgeleri de devreye sokmuş ve bir diğer tip delil karatma yöntemini harekete geçirmişlerdir.. Ki, geçmiş darbelerin lider kadrolarında yer alanların hâtırâlarını okuyanlar, onların, darbe teşebbüslerinin başarılı olmaması halinde kendilerini kurtarmak için önceden, ne gibi düzmece belgeleri hazırladıklarını da itiraf ettiklerini görürler.

Bu bakımdan, Balyoz, Ergenekon, vs. gibi isimler altında devam eden yargılamalarda, delilleri karatma yöntemlerinden sözedilirken, genelde, delillerin gizlenmesi anlaşılmaktadır.. Halbuki, birçok geçerli delilin yanına yığınla sahte belgeleri de koymak suretiyle de delil karatma yönteminin başarıyla uygulandığı da yeni bir taktik değildir..

*

Osmanlı saltanat sistemindeki uygulamalar ayrı bir konu; ama, İttihad- Terakkî"nin bir devamı olan kemalist-laik rejimin taa başından beri, darbeler, entrikalar gırla gitmiştir.. Bizzat M. Kemal, 1922"ye kadar, Sultan Vahdeddin"e bağlılık yeminleri eder, ona bağlılık mesajlarını gönderirken, daha sonra bunları siyaset gereği öyle söylemek -yapmak zorunda kaldığını fiilen de isbatlamıştır.. Müteveffâ Prof. Velidedeoğlu, 35 yıl öncelerde, bir tv. proğramında, ondan sözederken, "Başka türlü görünüp, milleti kandırmamış mıdır? Kandırmıştır.. İyi ki de kandırmıştır.. Çünkü, kandırmasaydı, başımızda Saîd Nursî gibiler olurdu.." kabilinden lafları açıkça dile getirmişti.. Aynı konuda yazdığı "Tek Adam", isimli biografik propaganda kitabıyla meşhur olan Şevket Süreyya da, yine aynı zaman diliminde, Milliyet"te yayınlanan bir yazısında, "Nutuk, bir tarihî belge değildir.. Bir siyasî belgedir.. İçinde yanlış bilgiler, hattâ yalanlar da vardır.." demekten kendisini alamamıştı..

Çünkü, onun ve onun yolunu takib edenler için, hedefe götüren her araç, mubahtır..

Son 50 yıl boyunca -başarısız olanları bir kenara- başarıya ulaşan ve milletin iradesiyle seçilmiş olan yöneticileri silah zoruyla iktidardan indiren ihtilalcilerin söylemlerine bakıldığında, hepsinin de ışıklarını 1930"lardaki o kemalist çizgiden aldıklarını ısrarla vurguladıkları ve ihtilal başarıya ulaşmayıp da yargılanmak durumunda kalacak olurlarsa, kendilerini kurtarmak için, eylemlerine önceden ne gibi kılıflar aradıkları da görülür..

Bugün "Balyoz Yargılaması"nın açıklanan ilk kararları etrafında öylesine bir yoğun değerlendirmeler yapılmaktadır ki, sanki, yığınla mâsum, suçsuz insana haksızlık yapılmış gibi bir tablo ortaya çıkıyor..

Halbuki, bırakalım başkalarını, bizzat I. Ordu"nun eski Komutanı em. Org. Çetin Doğan"a aid olduğu açık olan sözler bile, nasıl entrikalar çevrildiğinin kesin belgesi durumunda..

Bir örnek olarak, Temmuz-2011 sonunda Genelkurmay Başkanlığı"ndan istifa eden Org. Işık Koşaner, kendisine aid olduğu söylenen ve ve muhtemelen Nisan-Mayıs 2011"de, yüksek rütbeli komutanlara hitaben yaptığı anlaşılan ve kendisinin de kabullendiği bir ses kaydındaki sözlerinde bu durumu ortaya açıkça koymamış mıydı?

Yoksa, bütün bir toplumun, her şeyi çarçabuk unutan, balık hâfızâlı olduğu mu sanılıyordu?

Ne diyordu Org. Koşaner?

"(")Balyoz denen, yani, I. Ordu Komutanlığı karargâhında 2003 yılında yapılan bir Plan Semineri"nden dolayı ortaya atılan iddialar hakkında" (") Ne zaman ki, bir iddianame hazırlandı.. Bu CD"ler elimize geçtiği zaman olayın ne boyutta olduğunu, neyin iddia edildiğini açık açık anladık.. (") Bizi üzen taraf, arkadaşlar, Birinci Ordu"da herşeyimizi çaldırmışız, herşeyimizi! (") Nasıl olur yahu, bir ordu karargâhından bu bilgiler nasıl çıkar?"

Evet, Koşaner"in yakındığı şey, darbe çalışmaları değil, bu belgelerin nasıl olup da dışarıya sızdırıldığı konusuyla ilgiliydi..

Daha sonra ise, Gölcük Donanma Komutanlığı"nın özel olarak hazırlanmış gizli mahzenlerinde, saklanmış olup oradan ele geçirilen 2 binden fazla planı ve belgesi ortaya çıkınca ise, sanıklar ve avukatları, "I. Ordu"da hazırlandığı ileri sürülen darbe planlarının Donanma"yla ne ilgisi var?" diye akıllarınca çarpıtmaya çalışmamışlar mıydı?

Dn. Kuv. K. Ora. Özden Örnek ise, "günlük"lerinin 3 Aralık 2003 tarihli notunda da, KKK. Org. Aytaç Yalman"ın, Hükûmet"e muhtıra verilmesini teklif ettiğini, Gen. Kur. Başkanı Org. Hilmi Özkök"ün "muhtıra vermeye niyetim yok.." dediğini; Jand. Gn. K. Org. Şener Eruygur"un da‚ "Bir an önce bu işi bitirelim.." diye yanıp tutuştuğunu 20 Ocak 2004 tarihli günlük notunda yazıyordu.. 3 Şubat 2004 tarihli notta ise, Hv. K. K. Org. İbrahim Fırtına"nın da, "10 Mart 2004 günü ihtilal yapalım.." dediğini.. (Buradaki "muhtıra verelim" sözünün "darbe yapalım" mânâsına geldiğini ayrıca belirtmeye gerek var mı? 12 Mart 1971 Askerî Darbesi"nin de, bir muhtıra yayınlayarak yapıldığını; muhtıranın, gerçekte, kanûnen ast durumunda olan Ordu"nun, üst ve âmir durumunda Hükûmet"e verilmesiyle, "Senin üst ve âmir olduğunu kabul etmiyorum" mânâsına geldiğini, genç nesillerin anlaması için belirtmek yine de gerekli olabilir..)

*

Sonra.. Bir şeyler olmuş..

Darbeci kadrolar arasında galiba bir takım güvensizlik alâmetleri belirmiş olmalı ki, Aytaç Yalman devredışı kalmış..

Hatırlayalım, 12 Mart 1971 Darbesi"nden üç gün once, 9 Mart 1971 günü, tıpkı 27 Mayıs 1960 Darbesi"nde olduğu gibi emir-komuta disiplinine riayet etmeksizin yapılması düşünülen bir darbenin içinde yer ar almayı kabullenmiş olan KKK. Org. Faruk Gürler ve Hv. K. K. Org. Muhsin Batur, son anda, Gen. Kur. Başkanı Org. Memduh Tağmaç"ın liderliğinde, emir-komuta disiplini içinde verilecek bir muhtıra içinde yer alarak, o 9 Mart Darbecileri"ni terketmiş, yani, o önceki arkadaşlarını yakmışlardı..

Anlaşılıyor ki, Yalman da, galiba böyle bir durumla karşılaşmış ve böyle bir yançizme tablosu ortaya çıkmıştı..

Daha da ilginç olanı, Yalman"ın şimdilerde, o darbe çalışmalarını önlediği hususunda kamuoyunda genel bir kanaat oluşan Hilmi Özkök"e hased edip, darbeyi öyleyenin asıl kendisinin olduğunu söylemesi.. 26 Eylûl günü medyaya yansıyan beyanına göre, Yalman, "Hilmi Özkök"ün darbeyi önlemesinin mümkün olamıyacağını, asıl önleyenin kendisi olduğunu" anlatırken, delil olarak da, "Hilmi Paşa"nın, darbeyi önlemek için kaç tane tankı vardı?" diyor..

Bu konuyu, Akşam Gn. Yy. Yönt.i İsmail Küçükkaya, 26 Eylûl günü şöyle yazdı (özetle):

"Dün öğlen bülteninde NTV canlı yayınına katılmış (") özellikle Balyoz davasıyla ilgili soruları yanıtlamıştım. Bir süre sonra cep telefonum çaldı. (") Aytaç Yalman, "Sana sitem etmek için arıyorum" dedi ve ekledi: "Biraz önce seni NTV'de izledim. Hilmi Özkök için darbeyi önleyen kişi ifadesini kullandın. Aytaç Yalman'ın rolü ne, diye soruldu. Hiçbir şey söylemedin, geçiştirdin."

(") Kendisine "Televizyonda ne söylememi beklemiştiniz?" diye sordum.

Şöyle yanıt verdi: "Diyebilirdin ki; iddianameye göre darbeyi önleyen kişi, Aytaç Yalman'dır. Bunu söylemen yeterliydi. Tek bir cümle..."

Sonra Yalman'a televizyonda o soruyu neden yanıtsız bıraktığımı anlattım.

Bunları konuştuktan sonra Paşa'ya sordum: 'Darbe girişimini gerçekten siz mi önlediniz?"

İşte yanıtı:

"Bilmem, Türk Ordusu tek kişi değildir. Tek Genelkurmay Başkanı da değildir. Ucuz kahramanlık kimseye yakışmaz. Türk Ordusu demek Kara Kuvvetleri Komutanlığı demektir. Hilmi Paşa'nın kaç tane tankı-tüfeği vardı?"

Tekrar ettim; "Darbe girişimini siz mi önlediniz?"

"Ben öyle demiyorum, iddianame öyle diyor" diye cevap verdi. (")"

Sonra Küçükkaya, Yalman"a, görüşlerini yazmasını söylemiş.. Onun cevabı da ilginç:

"Erken öten horozun kafasını keserler; zamanı gelince konuşurum. Bizim de kafamız gitmesin."

*

Yalman"ı ele veren işte tam da bu mantıktır.. Onun, erken öten horoz durumuna düşmemek için darbe yapmadığı da, darbe arzusundan vazgeçtiği ve darbeci arkadaşlarından ayrıldığı da söylenebilir..

Çünkü, Özkök, Genelkurmay Başkanı"dır ve öyle ya, orada en fazla 400-500 kişilik bir birlik vardır ve onlar da ağır silahlarla donatılmış değillerdir.. Ama, bütün askerî güçler, onun emrindedir..

Kara Kuvvetleri ise, elinde binlerce tankıyla, yüzbinlerce askeriyle, evet, Yalman"ın komutasındadır..

Ama, Yalman da, Genelkurmay Başkanı"na bağlıdır.. Ancaak, o, kendisin , hâlâ da, istediğini yapabileceğini sanıyor olmalı.. Bir Kuvvet komutanı"nın Genelkurmay Başkanı"na, Genelkurmay Başkanı"nın da Cumhurbaşkanı"na bağlı olduğunu ve o emir-komuta zenciri dışına çıkıldığı zaman, ortaya bir "yeniçeri hastalığı"nın nüksedeceğini bir türlü kabul edemiyor anlaşılan..

Anlaşılıyor ki, Yalman, kanûnen emri altında olan güçleri kanunsuz olarak kullanabileceğini sanıyor.. Ki, o bu arada, henüz 8 yıl öncelerdeki o müthiş güç gösterileriyle, birilerini korkutmaya yönelik tavırlarının unutulmuş olabileceğini de sanıyor olmalı..

Neyse ki, bu kez, karşılarında o gibi tehdidlere, korkutmalara prim vermeyen bir siyasetçi vardı da, netice alamadılar..

İnşaallah, bu dik duruş, gelecekteki başka darbe özentisi içinde olanlara karşı da bir örnek tavır ve bir gelenek oluşturur..

haksöz

Bu yazı toplam 1457 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar