Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Aslolan, 'Ebu Cehl'e düşman olmak değil, Resul(S)'e dost olabilmek'tir-2

Aslolan, 'Ebu Cehl'e düşman olmak değil, Resul(S)'e dost olabilmek'tir..

Nitekim, daha sonra, Lübnan"daki iç çatışmalarda müslümanlara yardımcı olması için, o yörenin iklim şartlarına ve çatışma bölgelerinde hizmet edebilecek şekilde bilgi donanımlı, birkaç yüz sağlık elemanı, Suriye'ye gönderildiğinde, Hâfız Esed rejimi, bu personelin bile -gerektiğinde savaş kabiliyeti olan inqılab muhafızları mahiyetinde olduğu gerekçesiyle- Lübnan'a geçmesine izin vermemiş ve onları aylarca, Şam'daki bir kışlada tutmuştu; yani, dolaylı olarak rehine almıştı onları..

Bu gibi engeller ise, İran Meclisi'nde bile tartışmalara konu olmuş ve Suriye'ye ihtiyacı olan petrolü parasız olarak vermek ve ayrıca yüzmilyonlarca dolar yardımda bulunmak gibi yollarla aşılabilmişti..

Demek oluyor ki..

İran'ın o günlerde, Hama Katliâmı'ndan haberdar veya onu engellemek imkanının olduğunu söylemek son derece zor..

Bunları (merhûm) İmam'ı zoraki savunmak zorunda kaldığım için yazdığım sanılmasın..

Bu vesileyle şunu da ekleyeyim ki, bir gün, İslam İnqılabı Mahkemeleri'nin ünlü başkanı (merhûm) Âyetullah Sâdıq Khalkhalî ile karşılaştığımda, Hama Faciası'na niçin ilgisiz sessiz kalındığını sormuştum.. O da savaşta kendilerine tek yardım kapısını açan Suriye'yi böyle bir sıkıntı ile ile karşı karşıya getirenlere kızgın şekilde, 'İkhwan niye öteki Amerikancı rejimlerin başını ağrıtmıyor da, Suriye'yle uğraşıyor? Çünkü Amerika bizi iyice kuşatmak istiyor..' demişti..

O şartlarda bu mazeret bile kabul edilebilirdi..

*

Ve amma, bugünkü Suriye ve bugünkü İran..

Tekrar belirtiyem ki, ne o zamanki şartlar var, ne o zamanki dünya dengeleri.. Ve ne de, başka mucbir, zorlayıcı ve kaçınılmaz başka sebebler..

Amerikan emperyalizmi sırf Suriye'yi değiştirmek istiyor değil.. Hattâ, dünkü Amerikancı rejimlerin yıkılmasından sonra müslüman halkların, seçimlerde İslamî eğilimli hükûmetler istediklerine dair somut sonuçlar ortaya koymaları üzerine, Suriye'de de benzer bir İslamî eğilimli düzene geçilebileceğinden endişe ederek, Beşşar Esed Suriyesi'ni bile tercih edecek noktaya geldi, emperyalist dünya.. Çünkü, 20-30-40 küsur yıllak diktatörlüklerin herbirisi devrildiler, ve bunların içinde, Mısır, Tunus ve Yemen gibi Amerika'yla sıkı işbirliği içinde olanlar da vardı.. Gaddafî ise, Batı'ya, 'Ben olmasam bütün Kuzey Afrika İslamcı cereyanların eline geçer, benim kıymetimi bilin..' diye açıkça hizmetçilik sunup, onlar tarafından yıllar öncesinden beri bağışlanmıştı bile..

Ve amma, sonunda, 25-30 ve hatta önceki uzantılarıyla birlikte 60 yıllık Tunus ve Mısır rejimlerini kısa sürede deviren sosyal tsunami dalgası Libya'ya da ulaşınca, ve binlerce sivil insan katledilmeye başlanınca.. Kendilerine bir zaman kafa tutan Gaddafî'ye ders vermek fırsatının ortaya çıktığını düşünen NATO emperyalizmi devreye girdi..

Bütün bu gelişmeler sırasında da, İİC makamları ve medyası, bütün o gelişmeleri de inqılabçı dalga ve müslüman halkların uyanışı olarak selamlarken, o dalgalar Suriye'ye ulaşınca..

Bu inqılab rejiminin, hem de, aylardır sivil yerleşim merkezlerini ve binlerce sivil insanı da, birtakım silahlı güç odaklarının olduğu gerekçesiyle imha eden ve bütün Suriye'yi Hama Katliâmı'nın tekrarlanması için kendisine yeni bir hareket sahası olarak seçen Baas rejiminin yanında yer alması?!!

*

Anlama özürlü isem, mes'ele yok..

Evet, 'filan makamda olanlar asla hata yapmaz' veya 'Biat et, rahat et, büyüklerimiz elbette bizden iyi düşünür, düşünen beyinlere zararlı fikirler üşüşür..' / 'Stratejik gerekler için, gerekirse mağdur ve mazlum halklar da kobay olarak kullanılabilir..' mantığıyla, ve inandırıcı bir gerçeğe dayanmayan, 'İsrail karşısındaki direniş cebhesi zaafa uğramasın..' gibi yaldızlı, amma gerçekleri yansıttığına inanmadığım söylemlerle, Suriye halkına değil, o halka yarım asırdır tahakküm eden bir askerî yönetime ve 42 yıllık Esed Khanedanı ve Baas partisi organizasyonun diktatörlüğüne arka çıkılmasını anlamıyorum.. Hele, bu yapılırken, Hizbullah ve bugünkü Irak rejiminin de Suriye Baas rejiminin hizmetine sürülmesi?!

O Mâlikî ve Hizbullah liderleri ki, yıllarca Baas ideolojisini bir küfür hareketi olarak nitelemişlerdi, doğru olarak; tıpkı Saddam'ın da yıllarca 'Baasçı kafir' diye nitelenişinde olduğu gibi..

Bütün bunların İsrail'e karşı direniş cebehesini güçlendirmek adına yapıldığının iddiası ise.. İsrail rejiminin, karşı konulması neredeyse imkansız bir heyula, bir gulyabanî halinde gösterilmesine ve dolaylı propagandasının yapılmasına da vesile olmaktadır.. Bunun içindir ki, müslümanlar arasında, kendisi gerekçe gösterilerek Suriye üzerinde yapılan bu tartışmalardan İsrail yetkilileri ve bütün siyonist, emperyalist ve laik çevreler, bir de memnundurlar herhalde..

*

Geçmişteki gibi çok özel savaş şartları bugün yok..

Kaldı ki, Türkiye bile, bugün, birkaç yıl öncesinde tahmini bile edilemiyecek şekilde, İsrail rejimiyle ilişkilerini temkinli bir şekilde gevşetmiş, bütün askerî anlaşmaları en azından askıya almış ve bu hususta Amerika'nın ve bütünüyle NATO dünyasının taleblerine, baskılarına direnen bir noktaya gelmiş bulunmaktadır..

Dahası, her ne kadar İran medyasında, 'İslam-ı Amerikaî/ Amerikancı İslam' ibaresi yerine, manşetlerde artık, Tayyib Bey'in soyadını kullanarak yeni bir aşağılama kampanyası geliştiriliyor olsa bile, uluslararası zeminlerde, İran'ın -hele de nükleer teknolojiye ulaşmak yolundaki çabalarından dolayı- haklılığını ısrarla ve cesaretle savunan bir Türkiye var ve bu haliyle, bu hükûmet, halkının yarıdan fazlasının desteğini alacak kadar da güçlüdür.. Böyleyken, İran'ın Türkiye ile işbirliğini hafife alıp, halkının inanç değerlerine ve haklı taleblerine bütünüyle kulak tıkayan bir Baasçı diktatörlük rejimiyle işbirliğini öncelemesi, evet, anlamakta zorlandığım bir durum..

Bu 'yüksek' (?) siyaseti sağlıklı bulmuyorum. Hele de, Suriye Baas rejiminin, Hama Faciası'nı 30 yıl sonralarda, ülkenin her tarafında tekrarlayarak, sivil halk kitlelerini ve yerleşim birimlerini, şehirleri bombardımanlar altında ezerken, İran'ın bu duruma, artık, son zamanlarda daha bir net ifadelerle ve stratejik gerekçe adı altında kesin destek vermesini anlayamıyorum.

*

Ve bu siyasetin kesinlikle yanlış olduğuna ve müslümanların büyük ekseriyetinin kalbini kederlere garkettiğine inanıyorum. 'İran makamları her ne yaparlarsa yapsın, bize itaat etmek düşer..' gibi sorgulamasız, düşüncesiz, çarpık sevgi ve bağlılık anlayışlarıyla hareket edilmesini de kabullenemiyorum.

Nureddin kardeşim, İran'ın bugünkü Suriye siyasetinin yanlışlığına karşı, o büyük İnqılab'ın geçmişinde yapılan nice fedakârlıkların, ne büyük çileler çekmiş olan büyük şahsiyetlerin hukukunun korunması gerektiğini de zımnen hatırlatıyorsun..

O acıların, o ateşlerin içinde fiilen de bulunan birisi olarak; belirtmeliyim ki, insanlar arasında farklı görüşler olabilir.. Ama, birilerini kutsal bilince, onun emirlerini kutsal ve tartışmasız doğru kabul edince..

İmam'ın, Muntezerî'lerin, Beheştî'lerin şahsında yüzbinlerce İslam askerinin hâtırâsına saygısızlık yapmak durumundan olanca dikkatimle kaçındığım ve bunun için büyük çapta suskunluğu tercih ettiğim gibi; on yıllar boyunca 'salavat'larla karşılanan nicelerinin bugün Yezid karargâhı'na, Ömer-i Saad karargâhına kaydolmuş kimseler gibi değerlendirilmesini ve üst yönetici kadronun dışında kalan hemen bütün eski inqılabçı kadroların potansiyel birer suçlu, hattâ hain ve zıdd-ı inqılab gibi suçlamalara mâruz kalmasını da sağlıklı bulmuyorum.

Şunu da ekliyeyim ki, bir müslüman olarak, yaptığım değerlendirmelerin, inancıma zarar vermemesini daima bir zihnî fren olarak gözönünde bulunduruyor ve nice yanlışların da, birilerinin elinde kötüye kullanılmaması adına sözkonusu edilmesinden de uzak durmaya çalışıyor ve Yûnus'un 800 yıl öncelerdeki sözünü tekrarlıyorum:

'Şeriat edebinden korkaram söylemeğe, / Yoğ ise eydür (söyler) idim, nice ayruksu haber..'

Nureddin kardeşim, onyıllardır tanıdığım seni, hep taşkın heyecanlı birisi olarak niteledim.. Bu heyecanların sahis çizgilerde kullanılması elbette ki, çok güzeldir..

Tamam, ama, bu heyecanını başka alanlarda kullandığın gibi, Suriye'deki Baas ideolojinin ve Baas diktatörlüğünün kurbanlarının mazlûmiyet feryadları karşısında da, bazılarının devletçilik refleksi ve stratejik gerekler adına göz yumduğu zulümler karşısında da göstermeni isterim.. 'Onlar, mazlum olarak nitelediklerin kim, biliyor musun?' diye sorabilirsin..

Farz-ı muhal, hiçbir şey olmasalar bile; en azından, kendilerine tahakküm eden zorba bir ideolojiye ve ona bağlı olanların örgütlediği yarım asırlık cinayet mekanizmasına karşı çıkan mazlûm insanlar.. Ve en azından, yönetmek hakkını haiz olmadıkları halde, kendilerine pranga vuran zorba yönetimlere ve yöneticilere karşı çıkıyorlar.. İİC, bu konuda Suriye'nin tâgûtî rejimini, diktacı / zorba sistemini ve ideolojisini direkt olarak hedef alamasa bile, hiç değilse, kendisinin asıl irtibatının Suriye halkının istekleri olduğu gibi diplomatik ifadelerle, bu zulme açık destek vermekten kenarda durabilirdi..

Ama, haydi İİC'nin stratejik gerekçeleri var, sen bu gerekçeleri esas alarak ve geçmişten örnekler vererek, nasıl zoraki te'villerle kendini teselli edebiliyorsun, anlamıyorum..( Kaldı ki, yazında dile getirdiğin ve o dönemin Ortadoğu'sundaki bazı gelişmeler ve İmam'ın bazı tasarrufları konusuna aid değerlendirmelerinde kullandığın argumanların bir kısmını sen veya ben yanlış hatırlıyor olabilirim; onu da belirteyim..)

O mazlûm kitleler bombardımanlar altında can verirken, onların hâlâ, emperyalistlerce kandırılmış kitleler olarak gösterilmesinde senin âlet olmanı da kabul edemiyor ve girdiğin yanlış kulvarda herşeyi yoketmek pahasına ve inadla koşmaktan kendini çekemediğini düşünerek elem duyuyor ve en azından, 'Ben bu stratejik gerekçeler adına, bu zulümlere destek veremem..' deyip, kenara çekileceğini bekliyorum. Gerekirse, suskun kaldığın veya aykırı düşündüğün takdirde, birilerinin uyduruk kutsallarına karşı çıkan bir sapkın olarak suçlanmayı da göze alabilmelisin..

Yazında sözünü ettiğin konuları konuşmak istemiyorum.. Ama bilmeni isterim ki, ideallerimi asla kaybetmedim.. İdeallerimin ne çetin imtihanlardan geçmekte olduğunun da farkındayım.. Bunları söylerken, elbette ki, kendi kanaatlerimin doğru olduğuna inanmak ve onları savunmak kadar; başka müslümanların da kendi görüşlerinin doğruluğunu iddia etmek ve savunmak hakkının bulunduğunu hatırlatıp, onların da kendileri gibi düşünmeyen diğer müslümanlara aynı çerçevede bakabilmelerini diliyorum..

Vesselamu aleykum ve rahmetullah ve berekatu..

22 Şubat 2012

Selahaddin Eş / Çakırgil

*

Bu yazıma karşılık, Nureddin'in cevabî yazısı da şöyleydi:

İmam Hamenei'nin Beli Kırıldı Selahaddin Ağabey...!

23.02.2012,

nurettin_sirin.jpgAleykum Selam Selahaddin Ağabey,

Selahaddin Ağabey"in yazısına cevaben yazdığım "Selahaddin Eş Ağabeyime Serzenişimdir" başlığı altında yazdığım yazıya, Selahaddin ağabeyden uzunca bir cevap geldi.

Selahaddin ağabeyin bu cevabını "Selahaddin Eş Suriye ve İran İlişkilerini Anlatıyor" başlıklı haberimizde okuyabilirsiniz.

Selahaddin ağabeyin muhabetle yazdığı bu yazısına ben de saygıyla bir cevap yazmak istiyorum.

Öncelikle, bizim de az-çok bildiğimiz bazı hususları kapsamlı ve aydınlatıcı bir şekilde ortaya koymuş olmasından dolayı Sehaddin ağabeyime teşekkür ediyorum. Zira kendisinin bu yazısında anlattığı tarihi gerçeklerden birçok şey öğrendim, tekrardan bütün kalbimle teşekkür ediyorum.

Selahaddin ağabey yazısında, "İran-Suriye ilişkileri"nin hangi saiklerle nasıl geliştiğini çok güzel bir şey ortaya koydu. Buradan da görüleceği üzere, İran İslam Cumhuriyeti bir taraftan Eflakçı Saddam rejimiyle savaşırken, -ki Selahaddin ağabeyin de belirttiği üzere bu tahmili savaşta, bütün dünya ve Arap rejimleri Saddam"ın arkasındaydı- diğer taraftan da, Suriye Baas rejiminin Saddam"la olan liderlik çekişmesinden istifade etmiş ve bundan daha çok Lübnan"da İslami direnişin ortaya çıkması için yararlanmıştı.

Zira hem İmam Humeyni"nin hem de İslami İran mesullerinin dilinde Irak baas rejimi "Eflakçı kafir rejim"di. Bu noktadan baktığımızda, bu niteleme aynı zamanda diğer baas rejimi olan Suriye rejimine de şamildi. Ancak İmam Humeyni ve İran İslam Cumhuriyeti mesulleri, doğrudan Suriye rejiminin ideolojik ve politik yönünü hedef alan açıklamalardan kaçınmışlardı.

Salahaddin ağabey, yazısında çok önemli bir olayı aktarmakta. Suriye rejim güçleri, Lübnan"daki Şeyh Said Şaban liderliğindeki Sünni İslami Tevhid Hareketi"ni yok etmek için Trablus kentini kuşattığında, İran İslam Cumhuriyeti bu saldırıyı önlemek için diplomatlarını "canlı kalkan" olarak Trablus kentine gönderiyor. İran Suriye rejimine şu mesajı vermiş oluyor: 'Yapacağınız bir müdahalede biz de hedef olacağız..'

Biz yazımızda da belirttiğimiz üzere, Trablus kentinin korunması için İmam Humeyni, İslam Cumhuriyeti"nin en üst yetkilisi olarak dönemin cumhurbaşkanı Seyyid Ali Hamenei"yi Şam"a göndererek, Suriye rejim güçlerinin büyük bir katliamını önlüyordu.

Dolayısıyla, İran İslam Cumhuriyeti, kendisini Lübnan"daki Sünni Tevhid Hareketi"ne siper edinerek, Suriye rejimine karşı Sünni Müslümanlara yönelik bir katliamın önüne geçiyordu. Bu girişimin başındaki isim de dönemin Cumhurbaşkanı olan İmam Hamenei idi.

Bu vesileyle burada İmam Hamenei"den iki örnek dana aktarmak istiyorum. Ki bu örnekler bizim Veliyy-i Emr-i Müslimin olarak İmam Hamenei"ye olan muhabbetimizin temel sebeplerindendir.

1992 yılında, Merhum Aliya İzzetbegoviç önderliğinde Bosna-Hersek bağımsızlığını ilan ettiğinde, Avrupa"nın ortasındaki bu İslam yurdu Sırpların emsalsiz bir barbarlığı ile karşılaştı. Masum ve savunmasız Bosnalı kardeşlerimiz soykırıma uğrarken, esir kamplarına götürülen kadın-erkek binlerce Bosnalı Müslüman da insanlık dışı ve vahşice eziyetlere uğruyordu. Kuşatılan Bosna"nın savunmasızlığı Çetnik Sırp çetelerini daha da cesaretlendiriyor, kelimenin tam anlamıyla Bosna-Hersek, bir baştan bir başa kan gölüne dönüyordu.

Bosna Hersek"in karşılaştığı bu insanlık dışı soykırımlar üzerine İmam Hamenei, siyasi baş danışmanını Ali Ekber Velayeti"ye, "Bosna"da yaşanan hadiseler belimi kırdı. Bosna"nın savunulması için askeri, ekonomik, siyasi, insani her yoldan gereken her şey yapılsın!" diyor.

İmam Hamenei"nin bu talimatı üzerine İslam Cumhuriyeti"nin askeri ve siyasi erkanı Bosna-Hersek için seferber oluyor. Kuşkusuz ki, Bosna"ya yapılacak ilk yardım da "askeri yardım" olacaktı. Bunun için İslam Cumhuriyeti"nin en tecrübeli savaşçıları, komutanları Bosna"ya gönderilerek, hem askeri danışmanlık, hem eğitim, hem de operasyonel olarak cephelere intikal ettiriliyordu. Bosna cephesine silah ve cephane sevkiyatı yapılıyor ve bu süreçte İslam devriminin en gözde savaşçıları Bosna cephesinde şehid oluyordu.

"Belim kırıldı" sözünü ilk söyleyen Seyyidüşşüheda Hz. Hüseyin idi. Meydanda savaşan kardeşi Hz. Abbas'ın şehid olması üzerine, kardeşinin yanına giden İmam Hüseyin "şimdi belim kırıldı" diyerek acısını dile getirmişti. İmam Hamenei de, Bosna'da müslümanların uğradığı soykırım üzerine aynı ifadeyi kullanarak, İslam cumhuriyeti'nin bütün gücüyle Bosnalı müslümanların yardımına koşmasını emretmişti.

İran İslam Cumhuriyeti ve İmam Hamenei"nin tek hedefi, Bosnalı Müslümanların ve Avrupa"nın ortasındaki bu "Sünni İslam yurdu"nun savunulması idi. Nitekim 1993 yılında Sarayova"da bulunduğumuz sırada, Türkiyeli mücahid kardeşlerimizle Gazi Hüsrev Begova Camiine Cuma namazına gittiğimizde, Suud rejiminin halka ve cemaata dağıtılmak üzere Sarayova"ya gönderdiği Boşnakça kitaplarda, "Şiilerin Müslüman olmadığı" iddiaları yer alıyordu. Bu durumu Sarayova"daki Hamid adlı bir İranlı kardeşimize aktardığımızda, aldığımız cevap "bizim burada bulunuşumuzun tek bir sebebi var; o da Bosnalı kardeşlerimizin savunmasında yardımcı olmak. Bunun dışında kim ne yaparsa yapsın bizim onlarla bir işimiz olmayacak" olmuştu.

Suud rejimi ve onların ücretli elemanlarının İslam İnkılabı"nın zaferinden sonra yaptıkları hep bu oldu. O dönemlerde meşhur Rabıtatu"l Alemu"l İslami adlı kuruluşu vasıtasıyla "mebusin" adlı ücretli elamanları vasıtasıyla bütün İslam dünyasında, İslam Cumhuriyeti, İmam Humeyni ve Şiilik aleyhtarı propagandalarını sürdürüyordu. Öyle ki, bu propaganda çalışmalarının biri de, 1985"li yıllarda İstanbul Beyazsaray kitapçılar çarşısında bir kitabevinin önüne yığılmış binlerce "El Hututu"l Arızi Fi Şiatu"l İsna-i Aşeriyye" adlı, Muhibiddin el Hatib adlı yazara ait kitaptı. Kitaptan bir tanesini satın almak istediğimizde, kitapçı bize, bunun ücretsiz olduğunu söylemişti. Çünkü Suud"un Rabıta"sı bu kitaplardan milyonlarcasını her dilde bastırmış, ücretsiz olarak dağıtılması için gereken finans desteğini sunmuştu.

İşte,yukarıda anlattığımız üzere, 1992 yılında Sünni İslam yurdu Bosna-Hersek"te yaşanan soykırımlardan dolayı "belim kırıldı" diyen İmam Hamenei"nin İslam Cumhuriyeti"nin bütün askeri ve siyasi güçlerini Bosna için seferber ettiği sırada, Suud rejimi ve işbirlikçileri de böylesi bir propagandayı alabildiğince yaygınlaştırıyordu. Ki savaşın en zorlu anlarında bile bir kuru ekmek bulmakta güçlük çeken Bosnalı Müslümanlara dağıtılmak üzere bu kitaplardan gönderilmişti"

Gel gör ki, bugün de İran İslam Cumhuriyeti"ne yönelik mezhepcilik iddialarının arkasındaki Suud rejimi, şimdi de aynı propaganda unsurlarını devreye sokarak, İslami İran ve İmam Hamenei hakkında yoğun bir karalama çabasını sürdürmekte. İslam ümmetinin zenginliğini kendi habis saltanatları, şehvet ve safahatları için kullanan bu hain, hırsız ve soysuz Suud rejimi, patronu ABD ile birlikte Müslümanlar arasında Şii-Sünni ayrışması ve çatışması çıkarmak için her tür komployu sahneliyor.

İmam Hamenei"den aktarmak istediğimiz ikinci husus ise, siyonist İsrail rejiminin 2010 yılında Gazze"ye yönelik başlattığı soykırım saldırıları sırasında, Bosna savunmasında olduğu gibi, aynı hassasiyet ve sorumlulukla bu kez Gazze"nin savunulması için İslam Cumhuriyeti"nin askeri güçlerini seferber etmişti.

Bizler bu hususu genel olarak ifade ediyorduk. Zira, 22 gün savaşının hemen ardından Tahran"a giden Hamas lideri Halid Meşal, İmam Hamenei ile görüşmesinde "bizim bu zaferimizde en büyük pay size aittir" diyerek minnettarlığını belirtiyordu.

Meşal"in bu sözleri, genel anlamda İslam Cumhuriyeti"nin Gazze"nin savunulmasına verdiği desteği ifade ediyordu. Ama İmam Hamenei"nin "biz Filistin"e de Lübnan"a da müdahale ettik ve sonuç zafer oldu" demesiyle, "Furkan savaşı" olarak adlandırılan 22 Günlük Gazze savaşında, İran İslam Cumhuriyeti"nin askeri olarak yer aldığı da beyan edilmiş oldu. Böylelikle Halid Meşal"in "bizim bu zaferimizde en büyük pay size aittir" sözünün ne anlama geldiğini daha iyi anlamış olduk"

Zaman, İran İslam Cumhuriyeti"nin Sünni müslümanların yükselttiği Filistin İslami direnişine, özelde Gazze savunmasında nasıl bir rol üslendiğini daha ayrıntılarıyla bizlere öğretecektir...!

İmam Hamenei"nin Bosna ve Gazze savaşlarıyla ilgili tutumunu aktarmamızın sebebi, Lübnan Trablus kentindeki İslami Tevhid hareketi"nin savunulması için İran"ın nasıl bir fedakarlık yaptığına, özelde de İmam Hamenei"nin Şam"a giderek, Suriye rejiminin Müslümanlara yönelik katliamı nasıl önlediğine, ek örnekler vermekti"

Şimdi günümüzde, Suriye üzerinden birtakım kişi ve çevreler tarafından dünya müslümanlarının böylesi mihriban babası İmam Hamenei'nin şahsiyetine yönelik çirkin niteleme ve hakaretlerde bulunması, hangi vicdan ve insaf ehlinin zoruna gitmez..? Bizi bu konuda hassas kılan asıl etken, bir Veliyy-i Fakih olarak İmam Hamenei'yi kutsallaştırmamız ve dokunulmaz kılmamız değil; bilakis, hakkaniyet, adalet, insaf, edep, ahlak esaslarının ayaklar altına alınmasına tepki göstermemizden dolayıdır...

İmam Hamenei'nin Şer'i konumu ve rehberiyeti, müslümanların sorumluluk ve yükümlülükleri, bunların içeriği ve sınırları ayrı bir mütalaa konusudur. Buna bir başka yazımızda değiniriz. Ancak, İmam Hamenei'ye yönelik kirli propagandalara olan tepkimiz, onun rehberiyetine olan bağlılığımız dolayısıyla değil, hakk ve adalet için şahidlik yapma sorumluluğumuzdandır. Bunu mezhep, kavim, hizip ayrımı yapmaksızın İslam ümmetinin liderleri, mürşidleri için de yapmaktayız. Bu cümleden olmak üzere şehid İmam Hasan el Benna, Cemaladdin Afgani, Şehid Seyyid Kutub, Allame Mevdudi, Bediüzzaman Said Nursi, Prof. Dr. Necmeddin Erbakan, Şehid Ahmed Yasin, Halid Meşal, Ramazan Abdullah Şallah ve daha birçok şahsiyet için yaptığımızı, hepsine nasıl bir minnettarlık içinde olduğumuzu ve bunu her vesileyle dile getirdiğimizi dostlar bilmektedirler.

Bu vesile ile, Milli Görüş hareketi lideri Merhum Prof. Dr. Necmeddin Erbakan hocamızı, hakka yürüyüşünün birinci yıldönümünde rahmet, minnet ve şükranla yad ediyor, Allah Tebareke ve Teala'dan onu peygamberlere, sıddıklara, salihler ve şehidlere komşu kılmasını niyaz ediyorum...

Şimdi tekrar Suriye meselesine dönecek olursak:

Selahaddin Ağabey "Hama Faciası"nın nasıl ortaya çıktığını, bu katliamdan dolayı da İslam Cumhuriyeti"nin muaheze edilemeyeceğini detaylı ve öğretici bir şekilde anlattı yazısında.

Zira, İslam Cumhuriyeti ve İmam Humeyni"nin, Suriye İhvan-ı Müslimin"ine böyle bir harekete kalkışmamalarını söylediği de belirtiliyor. Zaten o koşullar altında İslam Cumhuriyeti"nin stratejik ve jeo-politik engeller dolayısıyla Suriyeli müslümanlara fiilen yardım edebilmesi de mümkün değildi. Ayrıca, Hama faciasının yaşanmasında, dönemin İhvan liderliğinin sorumluluğu da göz ardı edilemez. Yine aynı şekilde Said Havva"nın Ürdün ve Irak rejimleriyle kurduğu bağın, Saddam rejimine verdiği desteğin ve İmam Humeyni ve İslam Cumhuriyeti hakkında kullandığı ifadelerin, "El Humeyniyye" adı altında yazdığı tekfirci kitabın, kendisinin hiç de iyi niyetli olmadığını, bilakis bölgesel bir komplonun baş aktörlerinden biri olduğunu açıkça gözler önüne seriyor.

Ancak bugün Suriye ihvanı adına televizyon ekranlarından İran İslam Cumhuriyeti"ni "düşman" ilan eden şahısların öncelikle Hama olaylarındaki sorumluluklarının hesabını vermelerini bekliyoruz. Kendileri ile yüzleşmeye de hazırız. Eğer kendileri bu iddialarını ispatlayabilirlerse ortaya sürdükleri delilleri olduğu gibi yayınlarız. O zaman daha detaylı olarak konuyu ele alma fırsatımız da olur.

Nitekim Selahaddin ağabeyin yazısından da bunu anlayabiliyoruz.

Selahaddin ağabey, 1982 Hama olayları dolayısıyla bugün çeşitli zeminlerde, internet ortamlarında yazılıp söylenenlerde, İslam Cumhuriyeti ve Merhum İmam Humeyni hakkında yazılan ve söylenenleri görüyorsa eğer, sanırım ortada nasıl bir kara propagandanın ve zalimce bir psikolojik savaşın sürdürüldüğünü de takdir edecektir.

İşte bu noktada, Selahaddin ağabeyin tanıklığına olan ihtiyacımızı belirtmemiz de bundandır. Konular konuşuldukça daha birçok hakikat gün yüzüne çıkacak, kimin haklı kimin haksız, kimin zalim kimin mazlum olduğu daha bir belirginlik kazanacaktır.

Ancak, bizleri "hamaset yapmak"la suçlayan birtakım çevrelerin, tüm bu gerçekliklerin üzerini örterek geceli gündüzlü "kan hamaseti" yapmaları, onların gerçekte hangi niyetleri taşıdığını ve neyin peşinde olduklarını da daha anlaşılır kılıyor. Bizim itirazımız da, feveranımız da bunadır.

Selahaddin ağabeyin yazısının ikinci bölümüyle ilgili değerlendirmemizi bir sonraki yazımıza bırakıyoruz...

Bir vesileyle bize bu meseleleri tavzih ve tasrih etme fırsatını verdiği için de, Selahaddin Eş ağabeyime tekrardan teşekkürlerimi sunuyor; Allah subhanehu ve Teala'dan sağlık ve esenlikler niyaz ediyorum.'

Evet, Nureddin kardeşimizin yazısı da böyleydi..

Bu konudaki tartışmaların geldiği nokta böyle..

***

Aslolan, 'Ebu Cehl'e düşman olmak değil, Resulullah (S)'a dost olmak'tır!

Bu vesileyle belirteyim ki, bir kısmı, itiqadî bağlılık ve hattâ saplantılarla ilgili, ve de İİC'deki uygulamada bile asla uymayan, ve yorum adı altında öyle yazılar yazılıyor ki, insan hayret ediyor.. Bunlara ek olarak, eleştiri ile hakaret arasındaki farkı göremiyenler kimseler ise, bir takım müstear isimlerin ardına sığınarak, şeref ve haysiyet celladlığına kalkışıyorlar; benim İran'da ticaretle meşgul olduğum gibi iddialarda bulunmaktan bile çekinmiyorlar..

Velfecr'den daha sonra -hatırlatmam üzerine- kaldırılan böyle bir iftirada, benim 'İran'da ticaretle meşgul olduğum' bile yazıldı. Eleştiriyle hakareti karıştıranlara belirteyim ki, hayatımda hiçbir zaman 'ticaret' mesleğiyle meşgul olmadım.. Her türlü akçeli işlerden de hep, -velev ki, maddî açıdan zarara uğrasam bile- olabildiğince uzak durmaya çalıştım..

Bu yorumlardaki itiqadî tartışmalara değinmeyeceğim. Çünkü, inançlar tartışılamaz. O gibi konular kalbî bir tasdik ve itminan mes'elesidir.. Kimse kimsenin kalbine zorla hükmedemez..

Bu yorumlarda dile getirilen diğer sorular ise, genelde, 'İran bugün de 1982-Hama Katliâmı günlerindeki gibi yine kuşatılmışlık içinde değil mi?' kabilinden.. O zaman topraklarını bile savunmakta zorlanan bir İran'ın başka bir ülkenin iç mes'elesiyle ilgilenebilecek durumu yoktu.

Buna rağmen, bazıları, İmam Khomeynî'yi yüceltmek adına, onun Hama'dan haberdar olduğunu iddia edebilmekteler. Ben onlar kadar bilgi sahibi değilim.

Yazdıklarım doğru olduğuna inandıklarımdır. Başta inancıma zarar vermemesi kaygusu olmak üzere, kendime göre geçerli gördüğüm gerekçelerle her doğruyu yaz(a)mamış olsam bile..

Ama Suriye Buhranı ile ilgili olarak, bir takım stratejik uzmanlık havalarına girmeye kalkışmadan belirtmeliyim ki, bugün orada olan, bir halkın, kendilerini yarım asırdır ezen bir diktatörlük uygulamasına karşı ayağa kalkma çabasıdır.. Böyle bir durumda, sırf kendi maslahatı için diktatörlük rejimine açık destek verilmesi, emperyalist ülkelere yakışabilir, ama, İslam'ın insan anlayışı açısından kabul edilemez.. Bu noktada bazılarının ikide bir tekrarladıkları, 'Hayır Suriye'de sadece reform sürecine destek veriliyor..' gibi iddialar, İİC sorumlularının en üst kademeden yaptıkları açıklamalarla tekrar tekrar geçersiz hale getiriliyor..

Bir konuda, çeşitli sebeblerle sebeplerle, karşıtlarımızla da paralel bir noktaya düşmüş durumda gözükebiliriz.. Aslolan, Ebu Cehil'e düşman olmak değil, Resulullah (S)'a dost olabilmektir..

Çünkü, Ebu Cehl'e düşman olan, Resulullah'a dost olabileceği gibi, düşman da olabilir.. Bu bir ihtimaldir.. Ama, Resulullah (S)'a dost olan, Ebu Cehl'e otomatik olarak ve mutlaka düşman olur.. Bu bakımdan, birbirimizi, yok, Amerikan emperyalizmiyle, yok Rus emperyalizmiyle, Çin emperyalizmiyle vs. emperyalist veya siyonist odaklarla işbirliği yapıyorsunuz gibi suçlamalara gitmeden, önce bulunduğumuz ve bulunmamız gereken nokta ve safı sağlıklı olarak belirlememiz gerekmektedir..

Önce temel ahlâkî prensiplerimizi, ilkelerimizi belirleyip, maslahat ve stratejilerimizi de ona göre belirlemek esas olmalıdır.. Aksi halde, fayda ve maslahatımız her nerede ise, o tarafa yönelmek gibi bir pragmatizmin pençesinden kurtulamayız..

Aslolan, 'Ebu Cehl'e düşman olmak değil, Resul(S)'e dost olabilmek'tir-1

 

haksöz

Bu yazı toplam 2407 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar