Atasoy Müftüoğlu: Teatral Maskeler

Atasoy Müftüoğlu: Teatral Maskeler

Müslümanları ilgilendiren gelişmeleri emperyal iradenin istediği şekilde yorumluyoruz

Atasoy Müftüoğlu / İslami Analiz

Teatral Maskeler
 

Fransız Devrimi’nden bu yana, insanlık her tür değer sisteminden bağımsızlaştırıldı, hayatın ve dünyanın içerisinde biyolojik varlıklar olarak konumlandırıldı. Kolonyalist sömürgeci düşünce zihin dünyamızı işgal ederek, tersyüz ederek, altüst ederek, zihin dünyamızı kendi değer sistemimizden boşaltarak, zihin dünyamızın mahremiyetini yok etmiştir. Kolonyalist sömürgeci saldırılar karşısında savunmasız olan zihin dünyamız her tür saldırıyı pasif olarak kabul etmiş, işgal koşullarını sorgulayarak değerlendirmemiş ve İslami anlamda gerçek tepkiler vermemiştir.

İslam dünyası toplumları, toplumlarımız zihin dünyamızın/düşünce dünyamızın/kültür dünyamızın mahremiyetine yönelik saldırılarla hesaplaşamadığı için, tarihin en az iki yüz yılını zihinsel, yoksulluk, yoksunluk, kuraklık ve çölleşme içerisinde geçirdi, geçiriyor. Bu çölleşme sebebiyle İslam bağlayıcı değerler ve yasalar sistemi olmaktan çıkarıldı. Bu çölleşme sebebiyle, hayatımızı İslami dünya görüşü ve hayat tarzı şekillendirmiyor. İslam’ı yerel bir çerçeve üzerinde sabitlenmiş alışkanlıklar, törenler ve kültür şeklinde temsil ediyoruz. Aziz İslam asla batıl inançlara açık olmadığı halde maalesef bu inançlar da dinî sınırlar içerisine dâhil edilebilmiştir.

Toplumlarımız hayali umutlar içerisinde yaşadıkları için karşı karşıya bulunduğumuz tarihsel sorunları anlama konusunda yetersiz kaldılar. Hayali umutlar içerisinde yaşamak, hiçbir şekilde gerçeğe dönmemek, gerçek sorunları gündeme almamak şeklinde somutlaştı. Üçüncü Fransız Cumhuriyeti tarzında bir laiklik uygulaması yoluyla, İslam’ın kökünü kazımak emperyal/ideolojik bir amaç haline getirildi. İslami dil/söylem/yasa/yapılar uygulamadan kaldırılınca, İslam’ın serüveni/öyküsü ıssızlığa, yalnızlığa, sahipsizliğe terk edildi. Bugün de, Müslümanları ilgilendiren, İslam’ı ilgilendiren bütün gelişmeleri/olayları/olguları, küresel medya düzenini oluşturan emperyal irade nasıl yorumlamamızı istiyorsa öyle yorumluyoruz. Kamuoyu güçlülerin iradesi ve çıkarları doğrultusunda manipüle edilebiliyor. Küresel kitle medyasının denetimi altında tutulduğumuz için, bütün gerçekler istenilen doğrultuda çarptırılabiliyor. Kuralları olmayan bir dünyada yaşıyoruz. Siyasal çıkarlar adına bütün kurallar-ilkeler feda edilebiliyor. Laik-kapitalist kent kültürünün etkisi sebebiyle insanlar psişik güvenlikten yoksun olarak yaşıyor. Laik-kapitalist kent kültürü büyük boşluklar ve sahicilikten uzak duygulardan oluşuyor. İnsanların beğenilerini kapitalist tüketim kültürü şekillendiriyor. Tüketim kültürü narsist kişilikleri çoğaltıyor. Çünkü, bu kültürde her şey dış görünüşün çekiciliğiyle ilgilidir. Kişisel başarının, bencilliklerin, benmerkezciliklerin putlaştırılması, insani/ahlaki/vicdani dayanışmaları engelliyor. Popülizmler, faşizmler, milliyetçilikler, yerellikler, ırkçılık ve mezhepçilikler, zihinsel/ruhsal/vicdani kötürümleşmelere yol açıyor. Her faşizm biçimi acımasızlık içerdiği kadar cehalet de içeriyor. Her tür bencillik, etnik bencillik, mezhepçi bencillik bir paranoya biçimidir. Paranoyaklar, kendilerinin sorun olduğunu fark etmezler, kabul etmezler. Paranoyaklar sorunların “ötekilerle” ilgili olduğunu düşünürler. Her paranoyak yalnızca kendisini dinler.

Küreselleşme çağında İslam’ın millileştirilmesi, devletleştirilmesi ve özelleştirilmesi çok büyük bir çelişki oluşturuyor. Ulusüstü bir bilince, vizyona, kültüre ve otoriteye sahip olmadığımız için, küreselleşme süreçlerini etkileyemiyor, dil sınırlarını aşan, yerel sınırları aşan, etnik ve mezhep sınırlarını aşan fikri eserler, tartışmalar, düşünce hareketleri üretemiyoruz. Muhafazakâr kültürler kendi kimliklerini sorgulamayı reddettikleri için, bu kültürlerle yeni bir başlangıç yapılamıyor.  İslam dünyası toplumlarında, sömürülenlerin maruz bırakıldıkları zihinsel/kültürel sömürge durumu ile ilgili ciddi bir rahatsızlık içerisinde olmadıkları görülüyor.  Bugün, İslami kelimeler/kavramlar/yapılarla İslami hayatlar arasında bir ilişki kalmamıştır. Asla düşünce içermeyen popülizm adına her türlü kirlilik, her türlü yalancılık, her türlü ikiyüzlülük çok karlı hale getirilebilmiştir. Herhangi bir dini hareketin, politik hareketin maskeye ihtiyaç duyması, teatral maskeler kullanması, hiçbir zaman gerçeklerin konuşulamayacağı anlamına gelir.

Müslümanlar olarak, karşı karşıya bulunduğumuz tarihsel gerçekleri ifade eden bir bilinci somutlaştıramadığımız, örgütleyemediğimiz, toplumsallaştıramadığımız için ontolojik ve epistemolojik bir emperyalizme katlanmaya, bu emperyalizmle bütünleşmeye devam ediyoruz. Varoluşun ve bilginin seküler temelde yapılandırıldığı, kurumsallaştırıldığı, bir tahakküm biçimine dönüştürüldüğü toplumumuzda, İslam’ın ancak, biçimsel/törensel/söylemsel bir çerçeve içerisinde temsil edilebileceğini anlamak/bilmek, İslami biçimlerin, sembollerin özgürlüğünü abartmamak gerekir.

Ontolojik ve epistemolojik bir emperyalizme katlanmak demek, zihinsel/bilimsel/düşünsel bir terörizme katlanmak demektir. Aydınlanma mutlakıyetçiliğine dayalı terörizm, ölçüsüz/aşırı/yıkıcı/ahlaki sınırları olmayan, her tür sapkınlığı mubah sayan, güvenilebilir her tür referanstan yoksun bulunan, yozlaşmaya, çürümeye, bozulmaya neden olan bir özgürlük yaklaşımını mutlaklaştırmıştır. Sözünü ettiğimiz bu özgürlük yaklaşımı, dini olanı, dini referansları hayatın ve tarihin dışına sürgün ettiği için, bugün bir terörizme dönüşmüştür. Bugün, Müslümanların varoluşu ve bilgiyi seküler temelde öğrenmeye, öğretmeye mahkûm edilmeleri de sözünü ettiğimiz zihinsel terörizmle ilgilidir.

Ne pahasına olursa olsun, gerçek kimliğimizi en sahici yanıyla temsil etmek, kopya kimlik ve kişiliklerin maskelerini düşürmek gibi onurlu bir sorumluluğumuz var. Statükoyla uyum içerisinde bulunan düşünceler, bu maskeleri asla düşüremez. Statükolarla uyum içerisinde düşünmek, zihinsel köleleştirmeyi sürdürmek anlamına gelir.