Nureddin Şirin

Nureddin Şirin

Artık Kudüs’ün Kapısındayız, Müjdeler olsun..!

Gazze’de 50 gün süren amansız savaşın ardından Siyonist rejimin “direnişin ateşkes şartları”nı kabul etmek zorunda kalması, kuşkusuz ki Siyonist düşmanla savaş tarihinde kazanılmış en büyük zaferi ifade etmektedir.

Bu vesileyle, öncelikle başta İslam ümmeti olmak üzere, böylesi azametli bir zafer ile İslam ümmetinin başını doğrultan bütün Filistinli mücahitlere, başta Hamas ve İslami Cihad olmak üzere tüm direniş hareketlerine, verdiği 2 binden fazla şehit, 15 binden fazla yaralı ile tarihin en büyük fedakarlıklarından birini yapan Gazze halkına ve şehit ailelerine kalbimizin tüm derinliklerinden tebriklerimizi sunuyoruz.

Sizler bir kez daha direnişin azamet ve asaletini gösterdiniz; sizler bir kez daha, Filistin davasının ümmetin merkezi davası olduğunu direniş, fedakarlık, şehadet ve zafer ile ispat ettiniz. Sizler bir kez daha, Filistinlilerin gasp edilen haklarını almanın tek yolunun direniş ve cihad olduğunu gösterdiniz. Sizler bir kez daha, iman, sebat ve tevekkülün her güçten daha güçlü olduğunu bütün dünyaya öğrettiniz.

İslam ümmeti olarak, artık Kudüs’ün kapısındayız; şüphesiz ki kazanılan bu muazzam zafer, sadece Gazze’ye uygulanan insanlık dışı ambargonun kaldırılmasını beraberinde getiren bir zafer değildir; bu zafer başta Kuds-i Şerif olmak üzere işgal altındaki tüm Filistin topraklarının özgürlüğünü müjdeleyen o büyük savaşın kapısının açılmasıdır…

İslam ümmeti ne zaman cihad, direniş, fedakarlık, sebat, şehadet kavramlarını unutmaya başlar ve ne zaman dünyevileşmenin sarmalında savrulur, işte o zaman Gazze, ümmetin imdadına koşar ve ona izzetin yolunu bir kez daha gösterir.

Bu sefer de böyle oldu.

Bizler küçük hesapların, hodbinlik ve dünyevi hırsların kulvarında dolaşıp dururken, direniş fedakarlık ve şehadetle kazanılan kutlu bir zaferin diriltici nefesi ile kendimize geldik. İzzetli ve şerefli bir hayatın mücahitlerin gölgesinde, onların duruşu ve kazanımları altında bir anlam taşıyabileceğini bir kez daha hissettik ve idrak ettik.

Müslümanlar olarak Gazze’ye onur borcumuz var; onurun anlamını bilenler için Gazze’de izzet ve şerefin menbaı var.

Bu savaş kelimenin tam anlamıyla bir Furkan savaşıydı; hak ile batılın, sahte ile gerçeğin, zulüm ile adaletin, dürüstlük ile ihanetin arasını açan bir savaş. Nifak ve ihanet cephesinin yüzlerine taktığı aldatıcı maskeleri düşüren, yüzlerdeki boyaları döken, oynanan ihanetleri deşifre eden bir savaş…

Bu savaş sadece Gazze ile Siyonist düşman arasında geçmedi. Bu savaş aynı zamanda, Siyonist rejimin arkasında sonuna kadar duran haçlı batı emperyalizminin İslam ümmetine karşı işlenen cinayet ve katliamlarda nasıl suç ortakları olduklarını da gösterdi.

Siyonist rejime sağladığı gelişmiş silahlarla Gazze katliamlarının en büyük suç ortağı olan Amerika ve sözde özgürlük ve demokrasi havarisi Batı ülkeleri, 50 günlük Gazze savaşında o çağdaş ve modern ellerini bir kez daha binlerce masum ve savunmasız insanın kanına bulaştırdı.

ABD ve Batı sürekli olarak “İsrail’in kendini savunma hakkı vardır” diyerek, bu savunmanın kundaktaki bebekleri bombalarla parçalamaktan öte bir anlam taşımadığını özgür ve pek vicdanlara öğretmiş oldu…

Gazze savaşı ile ilgili çok şeyler yazılıp söylenecek; ama kuşkusuz ki en çok konuşulacak olan da “İsrail’in kendini savunma hakkı”nın gerçekte bir “soykırım hakkı” anlamına geldiğinin, bunun da Batı liberal demokrasilerinin politik literatürünün ayrılmaz bir parçası olduğunun unutulmayacak olması…

Gerçi bütün dünya bu uygar batının o çirkin yüzünü binler kez gördü; ama bu kez bir daha gördü ki, emperyalist batı her zaman “Haçlı Batı”dır; ve Batı’nın İslam’la savaşı kesintisiz olarak devam etmektedir…

Yine herkes, İslam dünyasındaki hain ve işbirlikçi rejimlerin, batı emperyalizminin hizmetinde nasıl bir kukla olduğuna Gazze savaşında bir kez daha tanık oldu.

Başta Suud rejimi olmak üzere, işbirlikçi rejimlerin Gazze direnişinin boğulması noktasında Siyonist rejimin yanında nasıl alçak bir duruş sergiledikleri, Siyonist rejim başbakanı Netenyahu tarafından bile dile getirildi. “Arapların çoğu Hamas’a karşı” diyen Netenyahu, Suudi Arabistan ile iyi ilişkiler içinde olduğunu açıklamaktan ve Suud rejimine derin minnettarlığını sunmaktan da geri durmadı.

Kendisini “Mekke ve Medine’nin hizmetçisi” olarak tanımlayan Suud Kralı Melik Abdullah, gerçekte “Washington ve Tel Aviv’in uşağı” olduğu gerçeğini kendi eliyle ortaya koymuş oldu...

Siyasi gözlemciler, biraz da şaşkınlıkla, “Arap rejimleri hiç bu kadar açıktan İsrail’in yanında durmamışlardı” demekten kendilerini alıkoyamadı.

Eğer tarih bu 50 günlük savaşta dökülen kanları, işlenen soykırım ve katliamları unutmayacaksa, şüphesiz ki, haçlı batı emperyalizmini ve “Arap Siyonistler” olarak tanımlanan bu işbirlikçi rejimlerin ihanetlerini de unutmayacak ve affetmeyecektir…

Sonuç olarak, bu kutlu zaferin sevinç ve coşkusunu tüm benliğimizde hissedip Alemlerin Rabbi olan Allah’a sonsuz hamd ve senalarımızı sunuyoruz.

Bundan sonraki seferimiz Kudüs’ün kapılarında olacak; ama bu uzak bir hakikat değil. Gözlerimizi kapatıp açtığımız her an kendimizi Kudüs’ün kapısında bulabileceğimizi hiç aklımızdan çıkarmamız gerekiyor. Yeter ki, Kudüs bilincimiz körelmesin ve yeter ki, Kudüs davası ötelenmesin, ertelenmesin ve unutulmasın….

Merkezimizde Kudüs olsun, gözlerimiz Kudüs’ün üzerinde olsun…

velfecr

Bu yazı toplam 2976 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar