Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

'Arab kemalistleri'nin ilkel barbarlığı, ve bir rus prof'un tahlilleri..

Suriye'de 5 yıldır kanlı şekilde süren ve yüzbinlerin hayatına ve milyonların perişanlığına ve bütün bir ülkenin baştan başa küllüğe dönüşmesine müncer olan buhran bize şunu öğretmeli ki, bir ideolojiye bağlı olanlar, hükmettikleri topraklardan vazgeçmemek uğrunda her şeyi göze alıyorlar..  İsterse o ülke baştan başa viraneye dönsün..

'Arab kemalizmi'  diye isimlendirilebilecek Baas partileri, bu açıdan, bizdeki kemalistlerden bile daha bir katı çıktılar.. Bizdekiler de zorbalıklarının bin yıl devam edeceği gibi komik ve korkutucu laflar etmekten kaçınmayıp, büyük tehdidler yağdırmış olsalar bile, büyük halk kitleleri onların bu tehdidlerine pabuç bırakmadılar ve en azından,  taa başından beri, kemalist tahakkümlere karşı çıktığını, yapılan seçimlerle devamlı gösterdiler ve kemalist-laikler hiç bir zaman, seçimleri, iktidara tek başına gelecek şekilde kazanamadılar.

Arab kemalistleri ise, belki, bizdeki seçim düzenlemelerinin sonuçlarından kendi âkıbetlerini de okumuş olduklarından olsa gerek, bizdeki yığınla noksan özellkleri olan seçim sisteminden bile korktular ve halklarının rey ve iradesinin ülkelerini geleceği üzerinde etkili olmasına fırsat vermediler..

Bunu Mısır'da yine bir diktatörlük olan krallık rejimin devirerek gereeçekleştirilen 1952 Devrimi'nden 2011 Şubat başına kadar süren 60 yıllık Nâsırcı (nâsırist) düzenin uygulamalarında gördüğümüz gibi, o sistemin yıkılmasından sonra, nisbeten hür şekilde yapılan ilk seçimlerdle iktidara gelen İslamcı kadrolara ve Muhammed Mursî'ye o eski rejimin uzantıları bir yıl bile tahammül edemeyip General A. Fettah Sisî'ye yaptırttıkları askerî darbeyle gösterdiler.

Bunu Libya'da da gördük, 42 yıllık Gaddafî diktatörlüğü döneminde..

Irak'da 35 yıllık Baasçı Saddam diktatörlüğü döneminde de gördük.. Saddam ülkesini viraneye çeviren kanlı diktatörlüğünü Amerikan emperyalizminin işgaline bile hazırladı ve sonunda sadece kendi hayatından olmakla kalmadı, ülkesini de perişan etti. Çünkü Baas-laik  ideolojisini halkkına zorla kabul ettirmiş ve o ideoloji olmasa, yaşamanın bir mânâsı kalmıyacağına kendisini ve etrafındaki zorba yönetici kadroları inandırmıştı..

Aynı inkarcı ve şeytanî çizgiyi bir diğer Baas rejimi olan Suriye yönetimi ve onun başındaki yarım asırlık(Baba- Oğul) Esed Hanedanı'nın diktatörlüğünde ve de hâlen de görmekteyiz..

Hattâ o kadar ki, Suriye Baasçıları, Baba Hâfız Esed'in ülkeyi 7 milyon nüfusla aldığını ve bu nüfusun 23-24 milyona yükseldiğini örnek göstererek, gerekirse yolculuklarıunı yine 7 milyonla ve yeniden başlatabileceklerini söylemekteler.

Bu da bu ilkel ve barbar ideolojik sapkınların nasıl bir gaddarlık ve hunharlık içinde olduğunu göstermektedir..

Benzer bir durumu, İran'da tahakküm eden 57 yıllık (Baba-Oğul) Pehlevî saltanatı ve diktatörlüğü döneminde, 1977-79 arasında patlak veren ve milyonların silahsız direnişlerine bile Pehlevî rejiminin en kanlı ve acımasız şekilde karşılık vermesinde ve müslüman halkın 500 gün (1,5 yıl) kadar süren dev protestolarının 100 binden fazla insan öldürülerek sindirilmeye çalışılmasında da görmüştük..

 (Elbette bu noktada, esefle belirtmeli ki, Şah Pehlevî'nin bütün zulüm uygulamalarını yaşamış olan İran'ın müslüman halkına bugün hükmedenler, hattâ, Şah'ın zulmünü bile kat kat uygulayan Baasçı-laik Beşşar Esed rejimini vargüçleriyle destekliyorlar..

Bu da, bir ayrı gönül yaramızdır.)

Suriye Buhranı'na 900 km.lik coğrafi sınırı ve bu ülkeyle 100 yıl öncesine kadar 400 yıllık bir beraberliği bulunmasına rağmen temkinle  yaklaşan Türkiye'nin ve bunca uluslararası ve iç baskı ve taleblere rağmen, devreye askerini direkt olarak sokmaktan kaçınıp müdahale etmemek kararlılığını ve soğukkanlılığını göstermiş olması takdirle karşılanması gereken bir tutum olsa gerek..

Ama, bu buhrana 4 yıl boyunva uzaktan bakıyormuş gibi yapıp son üç aydır birdenbire ve bodoslamadan dalan Rusya'nın Türkiye'yle sürtüşme noktasına gelmiş olması ve Rusya'nın, Türkiye'yi güneyinden de kuşatma hareketine almak istercesine saldırgan bir siyaset izlemesi üzerinde dikkatle durulmayı gerektiren yeni bir durum..

* Rusya içinden gelen bir eleştiri.. 24 Kasım sabahı Türkiye hava sahasını ihlal eden ve 10 kez ihtar edilmesine rağmen bu ihtarları kaale almayan bir savaş düşürülmesi bve bu uçağın Rusya'ya aid olduğunun anlaşılması, evet ortaya son derece tehlikeli bir diplomatik sürtüşme çıkarmış bulunmaktadır.

Ancak bu kanudaki tartışmalar uluslararası planda devam ederken, Moskova- Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Öğretim üyesi Prof. Andey Zubov'in bu konuda yaptığı yorumun, şaşırtıcı derecede objektif unsurlar taşıdığı görülmekte..

Rus profesörün kriterleri sadece sonuçlara değil, 'sebeb-sonuç' mantıkî ilişkisini de yanssıtıyor.  

Prof. Andrei Zubov, 1 Mart 2014'te Vedomosti gazetesinde yayımlanan makalesinde Rusya'nın Ukrayna'ya muhtemel askerî müdahalesini, Nazi Almanyası'nın 1938'de Avusturya'yı ilhakına benzeten makalesi yüzünden vazifesinden uzaklaştırılmıştı.  

Zubov, 28 Kasım günü AA bültenlerinde yer alan makalesinde de, ilginç yorumlar yapıyor ve, Moskova'da, Türkiye Büyükelçiği'ne karşı yapılan taşkın protesto gösterilerine değiniyor ve "Bütün bunlar tabii ki düşürülen uçağa ve havada öldürülen pilota gösterilen duygusal tepkiler. Fakat durumun anlaşılır olması, tepkilerin doğru olduğu anlamına gelmiyor" ifadelerine yer veriyordu. Protestocuların, Türkiye Elçiliği önünde değil, geçmişte Bolşeviklerin parti merkezinin yer aldığı, şimdi ise Rusya Devlet Başkanlığı tarafından kullanılan meydanda toplanmaları gerektiğine işaret eden Zubov, makalesinde,"Yürüyüş için eski meydana gidilmeliydi, zira askerlerimiz, Türkiye ve Suriye'nin hataları yüzünden değil, Kremlin'in hataları yüzünden ölmüştür. Kremlin'in yanında yürümek ise Rusya'yı, her zaman büyük tutkular peşinde, zafere kaba kuvvetle ulaşmayı ve bir sonraki darbeyi düşünen Putin tarafından sonuçları iyi tartılmamış, bir sonraki uluslararası maceraya sokacaktır" diyordu.  

Rusya yönetiminin Suriye'de operasyon yapma gerekçesinin, terörle mücadele değil, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'e destek amacı taşıdığının vurgulandığı makalede şöyle deniliyordu, özetle:

"Aslında ne oldu?

Putin, Rusya'nın teröre karşı savaştığını ve bunun için Suriye'ye asker gönderdiğini açıkladı. Gerçekte ise Esed yönetimini tüm düşmanlarına karşı savunmaya geçti. Suriye halkının yüzde 80'i ve Suriye'nin çevresindeki Sünnî ülkeler ise Esed yönetimine karşıdır. Dolayısıyla, Putin'in düşünmeden aldığı kararlar kendisini, Suriye halkının büyük bir kısmını, Arab Birliği ülkelerini ve Türkiye'yi düşmanca ilişkiler içine sokmuştur. Esed'in yanında bulunanlar ise İran, Lübnan Hizbullahı ve Irak'taki Şii çoğunluktur. Bu grubun içine şimdi de Rusya dahil olmuştur."

"UKRAYNA TÜRKİYE'DEN YARDIM İSTESE.."

Türkiye'nin Suriye ile tarihî, dinî, etnik bağlara sahib olduğu hatırlatılan makalede, Rusya ile Ukrayna'daki Donbass arasında da benzer bir bağ olduğuna işaret ediliyor ve şu sual soruluyordu:

"Bir anlığına olsun bağımsız Cumhurbaşkanı Petro Poroşenko'nun, Erdoğan'dan, Donetsk'teki ayrılıkçılarla mücadele için yardım istediğini, (Ukrayna'nın) Çerkassi şehrinde Türk askeri üssü kurulmasına ve Türk savaş uçaklarının Donetsk ve Lugansk'ı bombalamasına izin verdiğini düşünün. Bu durum Devlet Başkanı Putin'in hoşuna gider miydi ve ne gibi sonuçlar doğururdu?"

Putin'in Suriye'de türkmenleri bombalayarak Esed'e yardım ettiğine dikkat çekilen makalede, Ankara'nın "soğukkanlı" bir tutum sergilediği belirtiliyor ve Moskova'nın "askerlerinin canını hiçe sayarak" geri adım atmaması şu ifadelerle eleştiriliyordu:

"Türkler çok ölçülü davrandılar. Türkiye neredeyse iki ay boyunca, Rusya'nın DAİŞ'e odaklanmasını ve özellikle Lazkiye'de Türkmenlerin yaşadığı ve geleneksel olarak Türkiye'yi destekleyen Suriyeli türklerden oluşan ılımlı Sünni muhalefeti bombalamamasını talep etti.  Ne yazık ki Putin Erdoğan'dan ziyade Esed'e yardım etti. Erdoğan, Rusya'dan sadece DAİŞ'e odaklanmasını istedi. Fakat tüm bunlar boşunaydı. Rus uçakları Lazkiye'deki türkmen köylerini bombalamaya devam ettiler ve sonuç ortada.. Bu durumda kim suçlu? 

Çatışmayı provoke eden taraf tabiî ki.."

Evet, özet olarak aktarılan bu görüşler bile, Suriye Buhranı'nın anlaşılması ve çözümü açısından bazı önemli ipuçları verebilir.

*

dirilişpostası

Bu yazı toplam 832 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar