Al Sana Haçlı Zulmü !

Al Sana Haçlı Zulmü !

Hiristiyan hayranlığını dile getiren feto haçlıların zalim olmadıgından dem vurmuştu ancak batılı kaynaklar bile fetoyu yalanlıyor.

Hiristiyan hayranlığını dile getiren feto  haçlıların  zalim olmadıgından dem vurmuştu ancak batılı kaynaklar bile fetoyu yalanlıyor.

Tevhid Haber

Birinci Haçlı Seferi döneminin Bizans İmparatoru Aleksios Komnenos’un kızı ve tarih yazarı Anna Komnene’nin ifadesiyle, “Batı’nın bütün Barbar kavimlerinin”, Doğu’daki “din kardeşlerine yardım etmek” kisvesi altında harekete geçmeleriyle birlikte, hem Hıristiyan hem de Müslüman halka karşı, bölgede büyük bir yağma, talan ve katliam hareketi de başlar…

Gerçekten de, daha yola çıkmadan, ülkelerindeki Musevileri katlederek işe başlayan Haçlılar, Roma’nın imparatorluk sınırlarını aşar aşmaz, kendi mezheplerine ters gördükleri Ortodoks Hıristiyanlara saldırırlar. Çevrelerini yakıp yıkarak ilerleyen Haçlılar, hayvan sürülerini gasp ederler; kiliseleri bile kundaklarlar.

Haçlılar, İstanbul surları dışında konakladıkları zaman içinde, başkentin varoşlarına saldırıp, İstanbul’dan sonra Ağustos 1096’da İzmit Körfezi’ni dolaşarak Yalova’ya gittikleri yol boyunca da, köyleri basarak savunmasız, halka pek çok kötülük ettiler.

Anna Komnene’ye göre, İznik civarını yağmalayan ve zalimliğin olabilecek en sivri örneklerini çevrede sergileyen Haçlılar, zulmü, kundak bebeklerine kadar yaydılar.  Bu bebekleri ya sakat bıraktılar ya da mızraklara geçirip ateşte kızarttılar; büyüklere ise, farklı işkenceler uygulandı. Haçlı lideri Pierre Lermite ise, bu vahşi kalabalığı kontrol altına alamadı…

Anadolu’ya geçip Ekim 1097’de Antakya surları önünde karargâh kuran Birinci Haçlı Seferi ordularının, uzun süren kuşatmadan sonra, 3 Haziran 1098’de ihanet yoluyla Antakya’ya girişiyle beraber ortaya çıkan tablo ise korkunçtur.  Haçlı askerleri elde kılıç, sokaklarda delicesine koşup rastgele etrafa saldırırlar. Şehrin dört bir yanından yükselen acı çığlıklar meydanlarda yankılanır ve etraf kıyamet gününe döner.

Antakya halkı dehşet içinde, canını kurtarmak için sağa sola kaçışırken gözlerini kan bürümüş ve ganimet hırsıyla çılgına dönmüş Haçlı askerleri Anadolu’yu evvelce kendileri için ulaşılmaz olan bu yörelerde şimdi istedikleri gibi cirit atıp, kaçabilenler dışında, kadın-erkek, çoluk-çocuk ayırımı yapmadan, yakaladıkları herkesi kılıçtan geçirdiler.

Sonra, şehir halkının evlerini basıp etrafı tahrip ederek ev ahalisini, hasta-yaşlı demeden katletmeyi de ihmal etmediler! Bu arada, şehrin önde gelen kişilerinin ve en zenginlerinin yaşadığı bölgeleri tespit edip, gruplar halinde buralara saldırdılar; katliamdan sonra bu evlerde buldukları altın, gümüş ve kıymetli eşyaları kendi aralarında paylaştılar.

Dönemin tarih yazarlarından Willermus eserinde, o gün Antakya’da on binden fazla kişinin öldürüldüğü rivayetini aktarır. Bu rakamın doğruluğu kesin olarak bilinmemekle birlikte, görgü tanığı ve Haçlı seferleri tarihi yazarı Raimundus, o gün ele geçirilen ganimetin büyüklüğünün ve öldürülen insanların sayısının tahmin bile edilemeyeceğini yazar.

Gesta Francorum adlı eserin anonim yazarının ve dönemin diğer tarihçilerinin belirttiğine göre, şehrin bütün sokakları cesetlerle doludur; yaz sıcağında çabucak çürüyen bu cesetlerden etrafa yayılan kokuya dayanmak mümkün değildir!

Böylece o günün akşamında, şehirde tek bir canlı Müslüman kalmamış, bu arada yerli Hıristiyan halktan da pek çok kişi öldürülmüş, evleri ve malları yağmalanmıştır…

Daha sonra, Haçlılar Kudüs’e doğru ilerlerken yolları üzerinde bulunan ve halkı Müslüman olan Mâarratün Numan şehrine saldırıp Aralık ayında şehri ele geçirdiler ve Antakya’da olduğu gibi, burada da terör estirdiler.

Haçlı kumandanı Bohemund, surun ana kapısı yakınındaki binaya sığınanlara af tanıyacağını ilan etti. Ancak verdiği sözü tutmayan Bohemund, burada da kendisine yakıştırılan ‘kalleş’ sıfatını doğruladı:

Bohemund’un vaadine inanıp teslim olan herkes, ertesi gün onun emriyle, adamları tarafından öldürüldü. Arkadan şehre dalan Haçlılar da geride kalan halkın üzerine saldırıp hepsini katlettiler ve şehri yağmalayarak cayır cayır yaktılar.

İbnü’l Esir ve İbnü’l Adim gibi 12. ve 13. yüzyıl tarihçilerinin kayıtlarına göre bu katliam sırasında en az 20.000 kişi öldürülmüştü. Bu rakamın yüz bini aştığı da rivayetler arasındadır.

Haçlılar Müslümanları Şişe Geçirip Yiyor!

Öte yandan, Haçlı ordusu daha Antakya surları önündeyken başlayan yiyecek sıkıntısı bu noktada had safhaya ulaşınca, Raimundus tarafından belirtildiğine göre, Haçlılar yamyamlık yapmayı mubah gördüler! Tarihçi Radulfus Cadomensis de, “Askerlerimiz yetişkin Müslümanları yemek kazanlarında pişirdiler, çocukları şişe geçirip ızgara yaparak yediler” diye yazarak bu korkunç olayı dile getirir!

Haçlılar, 15 Temmuz 1099’da Kudüs’ü zapt ettikten sonra ise, asırlar boyunca unutulmayacak bir katliama imza attılar. Halbuki İslam’ın ikinci halifesi Hz, Ömer, 638 yılında Kudüs’ü fethettiği zaman, buradaki Hıristiyanlara can ve mal güvenliğiyle inanç özgürlüğü konusunda garanti vermişti.

Üstelik Kudüs fatihi Hz. Ömer, Hıristiyanlığın kutsal mekanlarından Kutsal Mezar Kilisesi’ni gezdiği sırada namaz vakti geldiğinden, burada kendisine uzatılan seccadede namaz kılmayı reddetmişti. Çünkü kendisinin ibadet ettiği bir yeri Müslümanların hemen sahiplenebileceğinden çekinmişti…

İşte bu olaydan 461 yıl sonra, Kudüs’ü ele geçiren Haçlıların Müslümanlara karşı tutumu ise korkunç oldu. Birinci Haçlı Seferi’ne katılmış olan tarihçi Fulcherius, bu vahşeti şöyle anlatır:

Bizim şövalyelerimiz ve yayalar, Arapların canlıyken iğrenç boğazlarından yuttukları altınları bağırsaklarından çıkarmak için bunları öldürür öldürmez karınlarını deştiler. Adamlarımız ellerinde kılıç şehirde dolaşıp kimseyi canlı bırakmadı. Merhamet dileyenleri bile öldürdü. Halkın evlerine girip ne buldularsa aldılar. Zengin veya fakir olsun, girdiği eve sahip olacak ve binanın içinde buldukları da kendisine ait olacaktı. Bu şekilde, birçok fakir zengin oldu.

Böylece Haçlılar, önlerine çıkan herkesi, Mescidi Aksa’ya sığınmış olanları bile, kılıçtan geçirdiler. Görgü tanığı tarihçi Raimundus, mabetlerin bulunduğu bölgeye giderken, yolların cesetlerle kaplanmış olduğunu ve dizlerine kadar yükselen kan birikintileri içinden geçmek zorunda kaldığını eserinde kaydeder.

Kudüs valisi İftiharüddevle ve adamları dışında, Kudüs’ten canlı çıkan olmamıştır. Bu sırada Kudüs’te bulunan Yahudiler de bu katliamdan kurtulamadılar. Haçlılar, Müslümanlara yardım etmekle suçladıkları Yahudilerin sığınmış oldukları sinagogu ateşe verip, içerde bulunan herkesi yakarak öldürdüler. Böylece şehirde bulunan bütün Müslüman ve Yahudiler yok edildi.

Haçlılar ve Ermeniler Kıbrıs’ta Terör Estiriyor

1156 yılında ise Haçlıların Ermenilerle birlikte Kıbrıs’a yaptıkları korkunç saldırı, adanın tarihinde derin izler bırakacaktır. Gerçekten de, İkinci Haçlı Seferi ile Doğuya gelmiş olan ve 1153 yılında Antakya naibesi Constance ile evlenerek Haçlı devletinin başına geçen Renaud de Chatillon’un Kıbrıs’ta sergilediği vahşet örneği, unutulmayacak türdendir.

Renaud’nun 1156 ilkbaharında Kilikya Ermeni hakimi Thoros ile birlikte adaya saldırması, aslında Kıbrıslıların hiç beklemedikleri bir şeydi; çünkü Bizans İmparatorluğu’na bağlı olan ve imparatorun yeğeni Isaakios Komneinos tarafından idare edilen Kıbrıs, Haçlı Seferleri’nin başından beri Haçlılara destek vermiş, dostça davranmıştı.

Haçlılar ise, şimdi Kıbrıs halkına böyle bir teşekkürü reva görüyorlardı!

Ellerinde haç taşıyan Haçlılar ve Ermeniler, beraberce üç hafta boyunca adada terör estirdiler; saldırıya uğramadık hiçbir yer kalmadı. Kıbrıs’ta ne kadar ev, kilise, manastır varsa, hepsini yağmalayıp etrafı ateşe verdiler; papazların burunlarını ve kulaklarını kestiler; büyük-küçük demeden, herkesi öldürdüler; kadınlara tecavüz ettiler.

Nihayet bir Bizans filosunun Kıbrıs’a gelmekte olduğunu duyan Renaud ve adamları ganimetlerle dolu gemilerine binip geri döndüler. Haçlıların ele geçirdiği ganimet muazzamdı…

Üçüncü Haçlı Seferi’ne katılan İngiltere Kralı Arslan Yürekli Richard’ın Akka’nın ele geçirilmesinden sonra Müslüman esirlere reva gördüğü insafsızca muamele de bir başka vahşet örneğidir: Sultan Selâhaddin’in Akkâ’yı savunan garnizonu, Ağustos 1189’dan beri Haçlıların kuşatması altındadır. Çaresizlik içinde kıvranan garnizon nihayet şehri, Temmuz 1191’de Haçlılara teslim etmeye mecbur kalır ve antlaşma mucibince karşılıklı olarak esirlerin serbest bırakılması kabul edilir.

Sultan bin 500 Hristiyan esiri serbest bırakmasına rağmen, İngiltere Kralı Richard sözünde durmaz ve bir an evvel Kudüs’e ilerlemek istediği için Akka garnizonuna mensup 3 bin Müslüman esiri hanımları ve çocuklarıyla birlikte tiyatrovari bir gösteriymiş gibi herkesin gözü önünde birer birer öldürtür.

Bu katliamdan sonra, bazı Haçlıların “Tanrı’ya şükür” duaları etmeleri de, kayıtlara geçmiş ve şaşırtıcı olduğu kadar, acınacak bir vahşet anlayışı sergilemektedir.

Haçlı Seferleri döneminde, yüz yüze geldikleri Türklere ve bütün İslâm dünyasına karşı yaptıkları mezalimin yanı sıra Batılıların, kendi mezhep ve durumlarına uymayan Doğulu Hıristiyanlara karşı gösterdikleri insanlık dışı hareketler de çok dikkat çekicidir…

Kudüs’ü Müslümanların elinden almak üzere düzenlenen 4. Haçlı Seferi’nin doğrudan Bizans İmparatorluğu’nu hedef alması ve tarihte görülmedik derecedeki kin ve nefret duygularıyla Haçlıların imparatorluk halkına saldırmaları, şehri yağmalamaları insanı dehşete düşürmektedir.

1203’ün 24 Haziran günü İstanbul önüne ulaşan Haçlı donanması, 13 Nisan 1204’de şehri zapt ettikten sonra, tabir caizse, taş üstünde taş bırakmamıştır.

Sadece Bizanslı tarihçiler değil, görgü tanığı olan Batılı tarih yazarları da, kaleme aldıkları eserlerinde bu yağmanın ibret verici öyküsünü nakletmişlerdir:

Üç gün boyunca yağmalanan şehirdeki bütün kütüphaneler, kiliseler, manastırlar talan edilir. Venedikliler, İstanbul’daki pek çok kültür ve sanat eserini toplayıp ülkelerine götürürken, Fransız ve Flamanlar taşıyıp götüremedikleri eşyaları tahrip etmeyi tercih ederler! Tarihçi Geoffroi de Villehardouin, “Dünya kurulduğundan beri hiçbir şehirden bu kadar çok ganimet elde edilmemiştir” diye yazar.

Üç günün sonunda, harabeye dönen İstanbul’un eski ihtişamından geriye eser kalmaz. Haçlıların kasten çıkardıkları yangınlar yüzünden de ‘Şehirler Kraliçesi’ İstanbul’un bütün güzelliği, zenginliği yok olup gider. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, merhamet dilenen savunmasız halka da acınmamıştır: Haçlılar, şehir halkından önlerine çıkanı zalimce öldürdüler, rahibeler dahil bütün kadınlar, Haçlı askerlerinin tecavüzüne uğradı.