AK Parti Kongresi... Her veda, yeni bir başlangıçtır

Bir televizyoncu arkadaşımla birkaç yıl önce görüştüğümde; “Hayatında en zor canlı yayın hangisiydi?” diye sormuştum.

Demişti ki;

“MHP Kongresi!”

Gerçekten de o arkadaşın “6 saat” süreyle canlı olarak sunmak zorunda kaldığı kongre; “Türkiye’nin görüp-görebileceği en kavgalı kongre”ydi...

Evet; MHP’nin 18 Mayıs 1997’de yapılan 5. Olağanüstü Kongresi’nden söz ediyorum... O kongre; uçuşan sandalyeler ve ateşlenen silahla tarihe geçmişti. 

Alparslan Türkeş’in vefatının ardından olağanüstü kurultaya giden MHP’de Tuğrul Türkeş, Ramiz Ongun, Enis Öksüz, Muharrem Şemsek ve Devlet Bahçeli genel başkanlık için yarışmıştı... Türkeş dışındaki adaylar ikinci turda Bahçeli’nin lehine çekilmişti... Bunun üzerine dönemin Ülkü Ocakları Başkanı Azmi Karamahmutoğlu, kürsüyü işgal etmiş ve; “Legalite bitmiştir... İllegalite ilan ediyorum” diyerek kavga çıkmasına sebep olmuş, kongre de ertelenmişti.

Elbette, sadece “MHP Kongresi” değil, “sandalyelerin havalarda uçuştuğu, yumrukların suratlarda patladığı” başka “kongre”ler, “kurultay”lar da izledik... Meselâ, Deniz Baykal’ın karşısına Mustafa Sarıgül’ün çıktığı, 29 Ocak 2005’teki o meşhur CHP Kurultayı!..

Sandalyeler ve tekmeler havalarda uçuşmuş, yumruklar suratlarda patlamıştı...

SANKİ ŞÖLEN İZLEDİK

O “kongre” ve “kurultay”ları görmüş biri olarak, dün Ankara Arena Stadı’nda izlediğim “AK Parti 1. Olağanüstü Kongresi”, tam bir “düğün” havasında, tam bir “şölen” havasında geçmesiyle, “farkını” ortaya koydu...

Evet; “salonda 20 bin, dışarıda kurulan çardaklarda 20 bin” olmak üzere, “toplam 40 bin kişi”nin izlediği kongre, gerçekten de “şölen” havasında geçti... Havada “sandalyeler”uçuşmuyor, “bayraklar” dalgalanıyordu!..

“Küfür”ler değil,

“Slogan”lar inletiyordu salonu.

Niye?..

Çünkü AK Parti kadroları, “kavga” için değil, “icraat” için mücadele ediyordu!..

Niye?..

Çünkü, AK Parti kadrolarında “ben” değil, “biz” öne çıkıyordu... Onlarda “Ben yaptım” yoktu, “Biz yaptık” vardı...

Ve her şeyleri “istişare” ileydi.

Salona ilk gelen “Ahmet Davutoğlu ve eşi” oldu... Salondakileri selâmladıktan ve “büyük bir alkış” aldıktan sonra, geçip yerlerine oturdular.

Biraz sonra, “Türkiye’nin seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı” olan Tayyip Erdoğan ve eşi girdiler salona... Ama, salona girmeden önce “dışarıdaki vatandaşlara” hitap etti Erdoğan... Sonra, onlardan “izin isteyerek” salona geldi ve salondakileri selâmladıktan sonra uzunca bir konuşma yaptı...

TEŞEKKÜR VE TEBRİK

Bu konuşma, gerçekten de “tarihî bir konuşma”ydı... Hem “Türkiye’nin tarihi”nden bahsetti, hem de “Türkiye’yi bugünlere getirenler”e teşekkür etti, onları rahmetle andı...

Meselâ; “Sultan Alparslan’dan Osman Gazi’ye, Fatih Sultan Mehmet’ten Ulu Hakan Abdülhamit Han’a, Gazi Mustafa Kemal’den Adnan Menderes’e, Merhum Turgut Özal’dan merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan’a” hem teşekkür etti, hem de “gençler”e onları örnek gösterip, dedi ki; “Sizler, bu kutlu dâvânın neferlerisiniz.”

“Bu hareket, hanım kardeşlerimizle güç kazandı”diyerek, onların “yüreklerini ortaya koyarak yaptıkları çalışmaları” tebrik etti, “şehit ve gazilere” rahmet diledi, “Özellikle 10 Ağustos’ta tarih yazdınız” diyerek AK Parti Teşkilâtı’na “şükran”larını sundu.

Ve teşkilata dedi ki;

“Sizler, sadece Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesine şahitlik etmediniz, bu tarihî hadiseyi bizzat sizler, kendi ellerinizle inşa ettiniz, imar ettiniz.”

Bu tarihî süreçte “sandığa gitmekle” katkıda bulunan “77 milyonun her bir ferdine” de ayrı ayrı teşekkür etti, şükranlarını sundu...

ASIRLARDIR YÜRÜYORUZ

AK Parti’yi sadece bir “parti” olarak tanımlayan ve onu “13 yıllık bir kuruluş” olarak görenlere hitaben de dedi ki;

“Sanmayın ki 13 yıllık bir yoldan geliyoruz.

Biz asırlardır yürüyoruz. 

Asırlardır hem vatanımızı hem milletimizi hem de elimizin ulaşabildiği tüm mazlumları korumak için, gözetmek için, dünyayı daha yaşanabilir bir yer haline getirmek için mücadele veriyoruz.

Biz kökü mazide olan atiyiz. Biz kökü olmayan, ruhu olmayan, geçmişiyle irtibatlarını koparmış bir parti, böyle bir hareket asla değiliz.

Bu harekette Abdülhamit Han’ın dirayeti; Fatih Sultan Mehmet’in kahramanlığı, Osman Gazi’nin basireti; Nurettin Zengi’nin cesareti, Sultan Alparslan’ın imanı vardır.

Bu harekette Gazi Mustafa Kemal’in ufku, vizyonu, hayalleri vardır. 

Bu harekette merhum Adnan Menderes’in millet uğruna verilmiş canı vardır. 

Bu harekette hiç şüpheniz olmasın, eski Başbakanlarımızdan Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın da alın teri vardır. 

Bu harekette eski Başbakanlarımızdan, Cumhurbaşkanlarımızdan, merhum Turgut Özal’ın da emeği vardır. 

Bu hareket, 14 asır önce Mekke’nin yalçın dağlarına inzal olmuş Allah kelamını, onun alemlere rahmet olarak gönderilmiş Nebisini kendisine rehber edinmiş bir harekettir.

Bu hareket, Ahmet Yesevi’den Mevlana’ya, Hacı Bektaş Veli’den Hacı Bayram Veli’ye, Yunus Emre’den Fuzuli’ye, Ahmedi Hani’den Mela Ceziri’ye, Nazım Hikmet’ten Necip Fazıl’a, Mehmet Akif’ten Sezai Karakoç’a kadar, o tatlı pınarlardan kana kana içmiş, o bereketli pınarlardan beslenmiş bir harekettir.

Biz bu yola 13 yıl önce çıkmadık.

Biz bu yola 100 yıl önce çıkmadık.

Biz, insanlık tarihi boyunca dosdoğru bir istikamette ilerleyen, iyinin ve doğrunun mücadelesini tevarüs etmiş bir hareketiz.”

HAİNLERİ KİMSE HATIRLAMIYOR

Sonra da, bu “hareket”in son 13 yılda Türkiye’de ne gibi “icraat”larda bulunduğunu, Türkiye’ye neler kazandırdığını örnekleriyle anlattı:

“Altay Tankı, Atak Helikopteri, Anka İnsansız Hava Aracı, Milgem Gemisi, ilk milli uçağımız Hürkuş, Kirpi adını verdiğimiz zırhlı araçlar, Barış Kartalı uçaklarımız, seyir füzeleri, tanksavar füzeleri, güdümlü roketler... Tüm bunlar Türkiye’nin kendi eserleri...

Askerimizin eline, Cumhuriyet tarihinde ilk defa milli bir piyade tüfeğini veriyoruz.

İşte Türkiye’yi bu seviyelere biz ulaştırdık.”

Sonra da, üstüne basa basa dedi ki;

“Bu dava hiçbir zaman koltuk davası olmamıştır.

Bu dava, hiçbir zaman, tarihin hiçbir döneminde, makam davası, rütbe davası, paye davası olmamıştır.

Bu dava, şahsi hırsları, kibri, fitneyi ve nifakı, kıskançlığı, çelme takmayı, başkasının kuyusunu kazmayı her zaman dışlamış, her zaman dairesinin dışına atmış bir davadır.

Tarih, davasına ihanet edenlerin nasıl onursuzca yok olup gittiğinin örnekleriyle doludur.

Bizim yakın tarihimiz de, davasına ihanet eden, partisine ihanet eden, kendisini seçen milletine ihanet edip zillete düşen isimlere şahit olmuştur.

İşte onları hiç kimse hatırlamıyor.

Onların iftiralarını hiç kimse hatırlamıyor.

Okyanus ötesinden gelen telefonlarla istifa edenleri, darbecilerin tehditlerine boyun eğenleri, darbecilerin getirdikleri haberlere inananları bugün hiç kimse hatırlamıyor.

Ama Allah’a hamdolsun, bu dava dimdik ayakta duruyor ve umutla geleceğe ilerliyor.

Safını cesaretten yana belirleyenler, işte bugün izzetleriyle, şerefleriyle, haklı gururlarıyla buradalar.”

PARALEL’LE MÜCADELE

Erdoğan’ın bu uzunca konuşması, salondakiler tarafından sık sık alkışlar ve sloganlarla kesildi... “Pensilvanya” ifadesi geçtiğinde, salondan “yuh” sesleri yükseldi...

Ankara’da sıcaklık “35 derece” idi.. Ama bu sıcaklık “20 bin kişi”nin bulunduğu salon içinde daha da yüksekti...

Hemen herkes “ter”den sırılsıklam olmuştu... Sürekli “terleyen Cumhurbaşkanı” olacağını söyleyen Tayyip Erdoğan da çok terlemiş olmalı ki, salondakilerden “izin” istedi: “Ceketimi çıkarabilir miyim?”

Bu nasıl “despot”, bu ne biçim “diktatör” ki, ceketini çıkarmak için “izin” istiyor...

Ceketini çıkardı ve ondan sonra, sözü “Paralel Yapı”ya getirdi.

Üstüne basa basa dedi ki;

l “Eski Türkiye’nin bir başka aktörü de var; paralel devlet yapılanması. Paralel devlet yapılanması, siyasi temsil yetkisine ve siyasi meşruiyete sahip olmadan, kamu gücünü kullanarak meşru-demokratik siyaseti tahrip etmek istemektedir. Devlet kurumlarında elde ettiği etkinlikle siyaseti şekillendirmek arzusundadır. Bu anlamda paralel yapı, tipik bir bürokratik vesayet girişimidir.’’

l “17-25 Aralık operasyonları da, bürokratik vesayetin yolsuzluk kılıfı altındaki darbe girişiminden başka bir şey değildir...’’ 

l “Aziz milletimize, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı haince duruş sergileyenler, bunun hesabını mutlaka ama mutlaka verecekler. Vermeye de başladılar. Hiç kimse, yeni hükümetten bu konuda farklı bir duruş beklemesin. İhanet, cezasını alacaktır. Cumhurbaşkanlığı makamında, bu ihanetin hesabını sormak benim de boynumun borcudur.”

l “Cumhurbaşkanlığı makamı, yeni hükümetimiz ve siyaset kurumu, vatanına ihanet eden bu paralel yapıyla, aynı zamanda bürokratik vesayetle kararlı ve cesur şekilde mücadeleyi sürdürecektir.” 

l “Yeni Türkiye’de, devlet içinde paralel devlet yapılanmasına, çetelere, mafyatik örgütlenmelere asla prim verilmeyecektir.”

l “Buradan AK Parti’nin Olağanüstü Kongresi’nden paralel yapının tabanındaki mensuplarına bir kez daha samimiyetle, gönül diliyle sesleniyorum. ‘Hizmet’ diyerek, ‘eğitim’ diyerek yola çıkan bir yapının Milli İstihbarat Teşkilatı’na neden kastettiğini, Türkiye Cumhuriyeti’nin en başarılı hükümetine neden darbe girişiminde bulunduğunu, CHP, MHP, HDP ile neden işbirliği yaptığını sorgulasınlar.”

GECENİN SONU ŞAFAKTIR

Ve, son sözleri... Salondaki birçok insanı ağlatan “veda” sözleri... Ağlamamak için kendisini zor tutan Erdoğan, konuşmasının sonlarına doğru eşi ve çocukları başta olmak üzere, herkesten “helallik” istedi ve dedi ki;

“Her bitiş, yeni bir başlangıçtır. Unutmayın güneşin batışı, doğacağına delalettir. Karanlığın sonu hep aydınlık, gecenin sonu şafaktır. İnanıyorum ki her ayrılık da aslında bir vuslattır. 

Bugün milletimizle birlikteyiz, yarın da Allah ömür verirse, yine milletimizle birlikte, milletimizin içinde olacağız. Rabbim bizi doğru yoldan, dosdoğru istikametten ayırmasın. Rabbim, birliğimizi, dirliğimizi, yol arkadaşlığımızı, kardeşliğimizi bozmasın. 

Rabbim muhabbetimizi eksiltmesin. 

Allah’a sonsuz hamdü senalar olsun ki bizlere, bu ülkeye ve bu millete hizmetkar olma şerefini bahşetti. 

Rabbim bu şerefi daim kılsın. Allah yar ve yardımcımız olsun. Yolumuz, bahtımız her daim açık olsun. 

AK Parti Genel Başkan adayı Davutoğlu’na başarılar diliyorum, teşkilat mensuplarını da tebrik ediyorum. 

Adalet ve Kalkınma Partisi’ni yani aşkımı, sevdamı, tutkumu, kavgamı da önce Allah’a, sonra sizlere emanet ediyorum. Yeniden görüşmek, yeniden kavuşmak umuduyla, kalın sağlıcakla diyorum.” 

YOLLARI AÇIK OLSUN

Daha sonra seçimler yapıldı ve AK Parti Genel Başkanlığı’na, dolayısıyla Başbakanlığa, Konya Milletvekili Ahmet Davutoğlu seçildi... O da kürsüye geldi ve bir “teşekkür” konuşması yaptı...

Onu da yarın yazarız inşaallah.

Duam odur ki;

“Allah yollarını açık etsin.”

****************************************************************************************************

Hele sabredin... “Çözüm Süreci”nde iyi şeyler olacak!

Geçtiğimiz Pazartesi günü; “Tüm ihanet girişimlerine rağmen barış sağlanacak” demiştim ya; bazı okurlarım hem “endişe”lerini, hem “öfke”lerini dile getirip, “Adamlar iyice azdı... Bu PKK ile mi barış sağlanacak?.. Adamlar yol kesiyor, karakollarımıza saldırıyor, askerlerimizi katlediyor... Bunlar barış değil, çatışma istiyor” dediler.

Elhak doğrudur... Ama ben, o yazımda; ETA ve IRA’dan da söz etmiş, “örgütler silah baraktığı” halde, örgüt içindeki “marjinal unsurlar”ın hâlâ eyleme devam ettiğini söylemiştim...

Hiç kuşkunuz olmasın; “PKK silah bırakma aşamasına gelse bile” örgütteki “marjinal grup”lar yine eylemlerine devam edecek, “kan, gözyaşı ve barut”tan beslenmeyi sürdüreceklerdir!.. Ama, “barış”ın sağlanıyor olması, bu marjinallerin “tepesine inilmeyeceği” anlamına gelmez!..

Hele “birkaç gün daha” sabredin... “PKK kanadından çok önemli açıklamalar” gelecek ve “Çözüm Süreci” yürümeye devam edecek... 

O zaman “HDP’liler” de kendilerine çeki-düzen verecek, “çözüme direnen” unsurlar da!..

Hele, birkaç gün sabır!..

yeniakit

Bu yazı toplam 596 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar