Ahmet Varol ‘Kudüs eylemi’ne açıklık getirdi

Ahmet Varol ‘Kudüs eylemi’ne açıklık getirdi

Yeni Akit yazarlarından Ahmet Varol, Salı günü Kudüs’teki bir sinagoga Filistin Halk Kurtuluş Cephesi tarafından düzenlenen saldırının ardından başlayan “Filistinli grupların IŞİD’den farkı kaldı mı; mabetlere eylem düzenlemek doğru mu?” tartışmalarına aç

Yeni Akit yazarlarından Ahmet Varol, Salı günü Kudüs’teki bir sinagoga Filistin Halk Kurtuluş Cephesi tarafından düzenlenen saldırının ardından başlayan “Filistinli grupların IŞİD’den farkı kaldı mı; mabetlere eylem düzenlemek doğru mu?” tartışmalarına açıklık getirdi.

“’Onları bir mabette değil de başka bir yerde bulamazlar mıydı?’ sorusuna cevap için işgalcinin, Filistinlilere yönelik saldırılarda ve Mescidi Aksa baskınlarında kullandığı sözde ‘sivil’ görünümlü terör gruplarını yetiştirmek ve organize etmek amacıyla kurduğu askerî karargâhların kapısına hep ‘sinagog’ tabelası astığını hatırlatmayı faydalı görüyoruz” diyen Varol, Mescidi Aksa çevresine bu bölgede yaşayan yahudi sayısından çok sinagog inşa edildiğini belirterek, Mescidi Aksa’ya artık gündelik düzenlenen ve “radikal” diye nitelendirilen yerleşimci gruplarının baskınlarının işte bu karargâhlardan teşvik ve organize edildiğini vurguladı.

Ahmet Varol’un 20 Kasım tarihli yazısı şöyle:

Siyonist işgalcinin Kudüs’te bir birini izleyen saldırılarına1, cinayetlerine ve o toprakların asıl sahiplerinin haklarına tecavüzde çok aşırı gitmelerine karşı muhtelif eylemlerin ardından geçtiğimiz Salı sabahı bir sinagogda toplanmış grubu hedef alan saldırı dünyada olduğu gibi Türkiye’de de epey yankı buldu. Değişik yönlerden tartışıldı, eleştirenler, haklı bulanlar oldu. 

Ancak bu eylem üzerinde sağlıklı tartışma yapılabilmesi ve olayın değişik boyutlarıyla tahlili için buraya nereden gelindiğine bakılması gerekir. İşgalcinin, eylem gerçekleştirenler kendileri öldürülse bile ailelerinin evlerinin yıkılması ve aile fertlerinin tutuklanıp sorgulanması yönünde karar almasına rağmen o insanlar bu eylemleri yapma cesareti gösteriyorsa yani kendilerinden sonra ailelerinin rahat bırakılmayacağını bilerek ve bunu göze alarak canlarını feda ediyorlarsa onları zorlayan sebepler bulunduğunu düşünmeniz gerekir. 

İşgalcinin Kudüs’ün İslâmî kimliğini değiştirme ve asıl sahiplerini göçe zorlama amaçlı uygulamalarını bir yazıya değil kitaplara sığdırmamız mümkün değildir. Fakat sadece son dönemde sözde “sivil” yahudi yerleşimciler tarafından kaçırılan 17 yaşındaki Filistinli genç Muhammed Ebu Hudayr’ın zorla benzin içirildikten sonra yakılarak ve bir İsrail firmasında şoför olarak çalışan Yusuf er-Ramuni’nin yine yerleşimci teröristler tarafından şiddetle dövüldükten sonra çalıştığı otobüsün tavanına asılarak öldürülmesi olaylarını hatırlatırsak gayri meşru siyonist işgalin ne tür vahşi uygulamalarla devam ettiğini anlamamızı sağlayacaktır. 

Daha yakın zamanda Mescidi Aksa’nın önce tamamen ibadete kapatılması ardından da işgalci silahlı güçler tarafından himaye edilen yerleşimci teröristlerin Mescidi Aksa’da namaz kılanları ve ilim halkalarına katılanları rahatsız etmelerinin engellenmesi üzerine yapılan baskınların oluşturduğu manzaralar ise zihinlerimizden silinmiş değil. 

Salı sabahı gerçekleştirilen eylemle ilgili olarak en çok gündeme getirilen bir husus da “neden bir sinagog?” sorusudur. Bu konuda söylenenlere değinmeden, o eylemde hedefin sinagog değil Muhammed Ebu Hudayr’ı yakan ekibin içinde yer almaktan ve bu ekibi organize etmekten yargılanan kişiler olduğunu bizzat siyonistlere ait Maariv gazetesinde yer alan bir haberin ortaya koyduğunu hatırlatalım. Ama ilginçtir ki o kişiler demek ki bir çocuğu vahşice yakma suçuyla yargılanmalarına rağmen ellerini kollarını sallayarak buraya gelebiliyorlarmış. Zaten işgal rejiminin yargısına bu kadar güveniyor olmasalardı her halde o cesareti gösteremezlerdi. 

“Onları bir mabette değil de başka bir yerde bulamazlar mıydı?” sorusuna cevap için işgalcinin, Filistinlilere yönelik saldırılarda ve Mescidi Aksa baskınlarında kullandığı sözde “sivil” görünümlü terör gruplarını yetiştirmek ve organize etmek amacıyla kurduğu askerî karargâhların kapısına hep “sinagog” tabelası astığını hatırlatmayı faydalı görüyoruz. Eğer öyle olmasaydı sadece Mescidi Aksa çevresine bu bölgede yaşayan yahudi sayısından çok sinagog inşa etmeye neden ihtiyaç duyacaktı? Çünkü Mescidi Aksa’ya artık gündelik düzenlenen ve “radikal” diye nitelendirilen yerleşimci gruplarının baskınları işte bu karargâhlardan teşvik ve organize ediliyor. 

Mabetlerle ilgili hükümler de bir halkın kendi ülkesine inşa edip amacına uygun kullanması durumunda geçerlidir. Düşman senin ülkeni işgal ettiği, gasp ettiği toprağın üzerine asker yetiştirmek amacıyla karargâh kurduğu, kapısına da sinagog tabelası astığı zaman değil. 

İşgalci siyonist Gazze saldırılarında silah deposu olarak kullanıldığı iddiasıyla onlarca camiyi bombaladı. Oysa bu iddianın doğru olmadığını herkes biliyordu. Çünkü Filistin direnişi camilerin güvenli olması için bu yönteme başvurmadığı gibi umuma açık mekânların silah deposu olarak kullanılmaya uygun olmayacağını herkes tahmin edebilir. İşgalcilerin böyle bir yalandan hareketle camileri tam da namaz vakitlerinde hedef almasını sorgulamayanların, siyonist gerillalara karargâh yapılan mekânların kapısına sinagog tabelası asıldığı gerçeğini Salı günkü eylemde hedef alınanların kimler olduğu hakkında Maariv gazetesinde yer alan haberin açığa çıkarmasına rağmen görmemeleri realiteyi değiştirmez. 

Kapıdaki tabelaya takılıp içini okumadan mekân gerekçesiyle orada halklarının meşru hakları için mücadele edenlerin eylemlerini kınayanlar da ondan önce kendilerinin Mescidi Aksa’da ümmetin kutsal değerlerinin ayaklar altına alınması karşısındaki acziyetlerini kınasalar daha iyi ederler.

Yeni Akit