Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Ahlak ve siyaset

Siz, “Milli menfaat” uğruna yalan söyleyip, ahlak dışı davranabiliyorsanız, bir başkası şahsi çıkarları uğruna bunu niçin yapmasın!. Ülkeniz için yaptığınızı, inancınız, ideolojiniz, partiniz, takımınız uğruna da yapabilirsiniz demek ki! Biri bunu yapar ve itiraf ederse,  “Dürüstmüş, dürüst davranmadığını itiraf etti.”Kanada Başbakanı Trudeau etik kuralları çiğnediğini itiraf etti.

İşte laiklik, siyaset ve ahlak ilişkisi asıl bu noktada düğümleniyor.

Ben diyorum ki, bir Müslüman bunu ya-pa-maz! Bir başkası da diyor ki, “o zaman bir Müslüman siyaset yapamaz”. Siyaseti yalan söyleme sanatı olarak görenler, yapanlar var. “Harp hiledir” diye başlıyor ve siyaseti örtülü bir savaş olarak görüyor ve o zaman da haramlar onun için mübaha dönüşüyor!

Bakın “adil şahidler olacağız. Haksızlık kimden gelirse gelsin kime yönelik olursa olsun mazlumdan yana zalime karşı olacağız. Zalim babamız da olsa, zalim düşmanımız da olsa. İşi ehline vereceğiz. Ehliyet ve liyakat imandan önce gelecek!” Bunlar da “farz” hükümler. Çalmayacağız, yalan söylemeyeceğiz, kan dökmeyeceğiz. Allah’ın adını yalan yere ağzımıza almayacağız. Zina etmeyeceğiz! Daha sayayım mı!

Müslümanlarla müttehid, erdemli insanlarla erdem üzere müttefik, değer üreten herkesle, eğer bize düşmanlık etmiyorlarsa nimet-külfet dengesine dayalı itilaflar gerçekleştireceğiz. Bu konuda “Hılful fudul”, “müellefetül gulub” anlayışı ile hareket edeceğiz.

Türk’ün Türk’ten, Arab’ın Arap’tan, Kürd’ün Kürt’ten başka, Müslümanın Müslümandan başka dostu yoktur yalanına inanmayın.. Bizim bir tek düşmanımız var aslında. O da kim derseniz Şeytan ve onun işbirlikçileri. Şeytan’a gelince o ferden ferde hepimizin nefsine taht kurmuş oturuyor. Bizim Firavun sarayında dostlarımız olabildiği gibi, zaman zaman Peygamber evinde düşmanlarımız da oldu! Ve bu hep böyle olacak kıyamete kadar.. Bugün Mekke’de bizim düşmanlarımız, İsrail’de dostlarımız var ve olabilir. Hakları zimmet altına alınanlar, eman altında olanlar bir yana, bir “Mal, can, namus, akıl-inanç ve nesil emniyetimiz”e yönelik, açık ve yakın bir tehlike karşısında, ya da meşru bir yolda olmamız ve gaye gütmemize rağmen hakikati ifade ettiğimizde bu tehditlerle karşı karşıya gelme ihtimali olan durumlarda ve mesleki açıdan bu riskin taşınması durumunda “Takıyye” yoluna başvurabiliriz. O zaman “Havffıkhı” devreye girer. Yukarıda saydığım 5 temel emniyete yönelik tehdidin doğrudan bize değil, herhangi birine yönelik olarak ortaya çıkması durumunda onların meşru haklarını korumak adına da bu kapı açılır. Ancak bu kapı, daha fazla menfaat için değil, “def-i mazarrat” için kullanılır. “Def-i mazarrat, celbi menafiden evladır.” Bize aid bir hakkın kullanılması, başkalarına yönelik haksızlıklara sebeb, vesile olamaz. Ve bu anlamda bir haksızlığa meşruiyet kazandırmaz. Eğer zorunlu bir zarar-ziyan sözkonusu olmuşsa, tazmini gerekir.

Biz siyaset yaparız, ama siyasetimizin temelinde adalet ve meşruiyet vardır. Hukukilik esasdır. Bu anlamda tek hukuklu toplum anlayışını bile zulüm kabul eden bir anlayıştır bu. İslam medeniyeti çok hukuklu bir toplumdur. Başkalarını ilgilendirmeyen konularda kişi kendi inanç ve geleneğine dayalı olarak başkalarının 5 temel emniyetine yönelik tehdit oluşturmadan tasarrufta bulunabilir.

Şimdi bir de batıya, Kanada Başbakanı Justin Trudeau’nun son açıklamasına bakalım. Batı’nın ilkesi yok, çıkarları var. “Norm”ları çıkarlarını korumaya yöneliktir. Etik ve moral değerleri de, “Hak” merkezli değil “faydacı” anlayışla “ben merkezci”dir.

Trudeau, ülke siyasetinde geçen aylarda iki federal bakan’ın istifasına sebeb olan uluslararası inşaat şirketi SNC-Lavalin ile ilgili yolsuzluk iddialarına ilişkin, “Etik kurallarını çiğnediğimi kabul ediyorum ancak, büyük bir işverenin cezai kovuşturulmasının olumsuz sonuçlarını önlemeye çalışmak için bu yolu seçtim” dedi. 

Hristiyan dünyasında “Kutsal fahişeler” vardı. Siyasetin bu anlamda kutsal fahişeleri hep oldu. Trudeau “Liberal bir anti etik” uygulamayacı rolü ile bağımsız Etik Komisyonu Başkanı Mario Dion’un, yolsuzluk davasıyla ilgili 58 sayfalık raporunu değerlendirirken, “Bu raporu tamamen kabul ediyorum ve tüm sorumluluğu alıyorum. Başbakan olarak görevim, Kanadalıların çıkarlarını savunmaktır. Kanada halkının işlerini kaybetmemeleri için ayağa kalktığımdan dolayı özür dileyemem” diye konuştu. Bu sözleri ile kendi etik değerlerini “helvadan bir put” gibi yemiş olmadı mı!

Tabii muhalefet de boş durmadı. Muhafazakar Parti Lideri Andrew Scheer, Trudeau’nun ülkeyi yönetmeye uygun olmadığının komisyon raporu ile saptandığını söyledi. Andrew Scheer, Başbakan için iddiaların soruşturulması çağrısında bulundu. Bir diğer muhalefet partisi Yeni Demokrat Parti (NDP) Lideri Jagmeet Singh, “Bay Trudeau’nun bir şirketin çıkarına fayda sağlamak için çalışıyor olması kabul edilemez. Bay Trudeau bu haliyle, Kanada başbakanı olamaz” dedi.

Montreal merkezli SNC-Lavalin şirketi sabıkalı bir şirket. Eski Libya Lideri Muammer Kaddafi ve sonrasında da oğlu Saad Kaddafi ile olan ilişkileri nedeniyle 2010 yılından bu yana mercek altındaydı. Eğer bu iş Kanadalıların menfaatlerine zarar vermeden Libyalılardan rüşvet almış ya da vermiş olması sebebi ile muhtemelen bir sorun yaşanmayacaktı. Son olarak Montreal’de aldığı süper-hastane ve köprü ihalelerinde rüşvet verdiği iddiaları bu konunun yeniden gündeme gelmesine sebeb oldu.. 10 milyar dolar yıllık cirosu olan şirkette, son davalar hariç 9 üst düzey yönetici bugüne kadar rüşvet ve usulsüzlük nedeniyle hüküm giydi. Kamuoyu ve basının baskılarına muhalefet de destek verince olay Kanada’da siyasi bir krize dönüştü..

Batılılar işini biliyor. Başka şirketlerde de benzer olaylar vardır, ama üstü örtülür. Bir konu kamuya malolmuşsa, o kişi ya da kuruluşu “günah keçisi”ne dönüştürürler. Bütün öfkeleri oraya yönlendirip toplumsal talebe karşılık verirler. Bu süreç başkaları için de uyarı anlamı taşır. Dünyaya da ülkelerindeki dürüst yönetim ve adalet konusunda hassasiyeti güzel bir örnek olarak anlatmış olurlar. Trudeau, mızrak çuvala sığmayınca, 14 Ocak 2019’da tartışmaların odağındaki isim olan ve Trudeau’nun baskılarına boyun eğdiği iddia edilen Jody Wilson-Raybould’u Adalet Bakanlığından alarak, Gazilerle İlişkiler Bakanlığına atadı. Kanada Etik Komisyonu da, 11 Şubat’ta bu iddiaları araştırmak üzere soruşturma başlattı. Bunun üzerine Wilson-Raybould istifa ettiğini açıkladı. Jody Wilson-Raybould’a destek veren Hazine Bakanı Jane Philpott da aynı hafta istifa ederken, gelişmelerin odağındaki bürokrat olan Kanada Başbakanı Justin Trudeau’nun Özel Kalem Müdürü Gerard Butt da, yoğun eleştiriler nedeniyle görevini bırakmak zorunda kaldı. 

Batılılarda durum bu da, İslam dünyasında durum ne! İslam toplumunda olması gerekeni yazdım. İslam ülkesi olduğu söylenen ülkelerde durum çok daha vahim. Bunu da bir kenara not edelim. Selâm ve dua ile.

 

Bu yazı toplam 1071 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar