Abdullah Büyük

Abdullah Büyük

Açık toplumdan, kapalı topluma, ve kapalı toplumdan, açık topluma geçiş

Hilafetten, saltanata kadar açık bir toplumduk. Sözümüz açık, tavrımız açıktı. Kapalı, gizli dünyamız yoktu. Merttik, doğruyduk, sözlerimizin eriydik. Kısaca, olduğumuz gibi görünüyor ve göründüğümüz gibi oluyorduk. Birbirlerimize güveniyorduk. Tüm devletler ve ülkelerin sağlıklı adresleriydik. Namusumuzun dışında ne varsa paylaşırdık.

Bir asra yakındır, kapalı toplum olmamız, bizlere ve dünyaya çok şeyler kaybettirdi. Kardeş kardeşe düşman oldu. Baba evlada, hanım beyine nerede ise şüphe ile bakar hale geldi. Sahabenin savaş için kılıç çektiği nice olumsuz olaylar, konular, kapalı toplumun olmazsa olmazları oldu.
Bekârlığa elveda deyip, evliliğe merhaba diyen adaylar, birbirlerinin kandırmada adeta yarış yaptı. Kız oğlanı, oğlan kızı kandırmanın yöntemlerini öğrenir hale geldi. Bunun neticesi patır patır boşanmalar birbirini kovaladı. Evliliklerini cennetle noktalamak isteyenlerin yerini, Pazar günü evlenip, Perşembe günü boşanmalar aldı.
Ticari, siyasi, sosyal alanlarımız da aynı yolun yolcusu oldu. İstenmeyen bu gidiş, nihayet yerini tekrar açık topluma bırakmak mecburiyetinde kaldı. Ve bugün kapalı toplumdan, açık topluma geçiş mücadelesi içinde bulunuyoruz. Ne var ki baskı ve dayatma rejimleri altında yaşayan toplumumuzun, açık toplum seviyesine gelmesi kolay olmuyor.
On senedir mevcut iktidarın, insanlara sağlamaya çalıştığı özgürlükler, zamanla haklarını isteyenlerin çoğalmasına sebep oldu. Bu da, toplumsal barış sağlamada ve ülkemizin aile ocağı haline gelmesine hayli etkili oldu.
Madem açık toplum olmayı hedefledik, öyle ise yaşadığımız ülkede, ülke insanına hizmet ederken, ülkenin fıkhi tarif ve fotoğrafı ve halkımızın hayat tarzının nasıl olduğuna dair, bilgi sahibi olmak gerekir. Bu durum slogancılığa vurulacak en güzel bir darbe olacaktır.
Bugün istesek de, istemesek de toplum üzerinde hâkim güç olan siyaset iş başındadır. Meselelere ve olaylara rasyonel (yani akılla) bakar ve güncel konuları ve olayları dile getirir.
Aslında halkımızın üzerinde hâkim gücün ilim olduğunu Peygamberimiz 1500 sene önce bildirmiştir. Âlimler ve amirlerin dizaynı, tertibi Peygamberimiz tarafından tanzim edilmiştir. Laik bir devlette yaşayan Müslüman kardeşlerimiz için verilen bu örnek, sadra şifa olmasa bile, derin düşünmelere vesile olur kanaatindeyim.
Madem halkımızın üzerinde hâkim güç ilim olacak, öyle ise ilim ehlinin neyle, nelerle uğraştığı ortadadır. Halkımızın hiçbir derdine çözüm, şifa özelliği olmayan konuşmalar ve konulara rağbet yok, öyle ise ilim ehli hal ve gidişatını sağlıklı olarak gözden geçirmelidir.
İlim ehli, geçmişin mirasını yorumlayarak, günümüz olaylarına ve topluma açıklık getirmekle sorumludur. Bu sorumluluk yerine getirildiğinde, siyasi güçle, ilmi gücün aralarındaki kopukluk, yerini irtibat ve diyaloğa ve iletişime terk eder.
Dinamik bir ruha sahip olan mazimizin mirasını, ütopik olarak gören ilim ehli! Ne yazık ki bugün kendi çalıp, kendi oynayan bir hale gelmiştir.
Siyaset, iktisat, sosyal olaylar, hukuk, eğitim, ticaret v.s gibi konular üzerindeki geçmişimizin mirası, saf dışı edilmeksizin, maksat, gaye, illet ve sebepler zinciri ile ele alınmalı ve âlimlerimiz hak ettiği yere ve makama geri dönmelidir.
Hz. Âdem"in yaşadığı yerin yeryüzü olduğu iddialarıyla, özürlü hanımların namaz kılmalarının caizliğiyle, Yüce Allah"ın falan şeyleri bilip, falan konuları bilmeyeceği sözleri ile bu ülkede arpa boyu ilerlemek, ilim ehli için mümkün değildir.
    Bu durumda, sivil toplum kuruluşlarının, vakıf ve derneklerin, sohbet halkalarının, cami ve mescidlerin döndürdüğü çark, yavaş dönse de doğru dönmektedir diyor, havanda su dövmekle ömür tüketenlere de "gölge olma başka ihsan istemem" sözü ile veda ediyoruz.

yeniakit

Bu yazı toplam 1400 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar