"ABD İran’ı Vurursa, Hamas ve Hizbullah da İsrail’i Vurur"

"ABD İran’ı Vurursa, Hamas ve Hizbullah da İsrail’i Vurur"

Gazeteci-Yazar Fehim Taştekin, Gazeteduvar’daki köşesinde ABD-İran gerilimini kaleme aldı. Taştekin, ABD'nin İran'a karşı herhangi bir eyleme girişmesi durumunda Hamas ve Hizbullah'ın da İsrail'e karşı harekete geçebileceğini belirtti.

Alooo Ağayi Donald!

Amerikan yönetimi İran’la gerilimi tırmandırıyor. Başkan Donald Trump’a göre İran tehditkâr davranıyor, kışkırtıyor. “Bilmek istemeyeceğiniz şeyleri biliyoruz” diyerek de İran’ın müdahaleyi hak ettiğini ama ‘Amerikan büyüklüğü’ sayesinde dünyanın savaştan beri olduğu mesajını veriyor.

‘Petrol gelirlerini sıfırlama’ hedefiyle ambargo dayatarak bir ülkeyi çökertme girişiminden daha büyük kışkırtma ne olabilir? Ya da ülke savunması ve ekonomisinin omurgasını oluşturan Devrim Muhafızları’nı terör örgütü ilan etmekten ala kışkırtma mı olur?

Petrol alımında 8 ülkeye tanınan muafiyetin 2 Mayıs’ta sonlandırılmasının ardından USS Abraham Lincoln uçak gemisinin yanı sıra USS Arlington savaş gemisi ve Patriot hava savunma bataryası Körfez’e gönderildi. Birkaç B-52 bombardıman uçağı Katar’daki El Ubeyd Üssü’ne konuşlandırıldı. Dahası New York Times, Trump yönetiminin Orta Doğu’ya 120 bin asker göndermeyi içeren askeri plan üzerinde çalıştığını yazdı. Savunma Bakan Vekili Patrick Shanahan’ın 9 Mayıs’ta Beyaz Saray’a sunduğu plana göre 120 bin askerin İran’dan gelebilecek bir saldırıya veya nükleer silah geliştirme girişimine karşı bölgeye gönderilmesi öngörülüyor. Maksat caydırmak! Mesele kışkırtmaysa, bunlardan öte ne olabilir?

İran’ı bu şekilde tehdit etmek ABD’yi zinhar ‘tehditkâr’ yapmıyor! ABD dilediğini yapabilir, bunlar asla kışkırtma sayılmaz! Söz gelimi 1988’de 290 yolcusuyla İran uçağını Körfez’de düşürdüklerinde bu basitçe bir yanlış algılamaydı. O kadar! Ya da 1986’da Libya’yı savaş gemileriyle hedefe koyup hava sahasına savaş uçaklarını soktuklarında da hiç kışkırtıcı değillerdi. Albay Muammer Kaddafi oltaya gelip uçaksavarları çalıştırdığında ‘saldırgan Libya’ fotoğrafını yakalayıp Sirte limanındaki Libya gemilerini bombaladılar.

Savaş makinelerini Körfez’e yığmaya devam eden ‘kibir abidesi’, İranlıların hiç dişlerini gıcırdatmadan uslu uslu buyruklara uymasını bekliyor. Trump Tower’dan daire satan emlakçı gibi “Ara beni, konuşalım ve adil bir anlaşma yapalım” diyor.

***

İran ciddi bir rejim krizi üzerine bir de ekonomik savaşın bindireceği baskıyla hata yapmaya zorlanıyor. Ekonomik çöküşün İran’ı kolay bir ülkeye dönüştüreceği hesabıyla hareket ediliyor. Bu baskı karşısında İran, Trump’ın Mayıs 2018’de tek taraflı çekildiği 5+1 ile yapılmış nükleer anlaşmayı (JCPOA) çöpe attığı an flaşlar patlayacak ve ilk sırıtan İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu olacak. İsrail’de bir kanat, ABD’nin Irak senaryosunu İran’da tekrarlaması için can atıyor. Silah lobileri de avuçlarını ovuşturuyor. Beyaz Saray hiç olmadığı kadar John Bolton ve Mike Pompeo gibi müdahaleci ahmaklarla dolu.

Körfez’de de İran’ın dizleri üzerine çöktüğünü görmek için çırpınanlar az değil. Şark’ül Evsad gazetesindeki bir köşe yazısı, kimi Körfez ağalarının hayalini şöyle betimliyor:

“Bu sahne, bize 1941 Ağustos’unu hatırlatıyor. O dönemde piyasalara petrol sevkiyatını sağlamak için İngiliz-Sovyet müdahalesi yaşandı. Sovyetler, İran’ın kuzeyini, İngilizler güneyini paylaştı. Rejimin devrilmesi konusunda tarihin tekerrürü için şartlar elverişli. Rusya’nın, İran’ın kuzeyini kontrol etmesi karşılığında ABD’nin güneyini kontrol ettiğini görebiliriz.”

Aynı gazetede bir diğer yoruma göre, İran savaşı göze alacak durumda değil; demir, çelik ve bakır sektörünü de kapsayan yaptırımlar sayesinde durum kötüleşiyor, ülkenin iç bütünlüğü dağılıyor, Orta Doğu’daki vekil güçlerini finanse edemiyor, bu sefer 2011-2012’deki kadar dayanamayacak ve Trump’ın koşullarında masaya oturacak.

Hakikat ile temenni bulamaç halinde. Evet, İran zorda kalan ama aynı zamanda zor olan bir ülke.

Şimdi Birleşik Arap Emirlikleri’nin karasularında dört gemide hasara yol açan sabotajlar ya da Suudi Arabistan’da iki petrol pompasının bomba yüklü insansız hava araçlarıyla vurulması karşısında savaşa bahane yaratan Amerikan sicili, ister istemez kendini hatırlatıyor. Bu, İran’ın Amerikan kuşatmasına ortak olan Körfez’deki komşulara ‘aklınızı başınıza alın’ mesajı da olabilir, üçüncü bir tarafın tezgahı da. Derhal Amerikalılar İran’ı, İranlılar da İsrail’i işaret etti. Her ikisi de mümkün.

Kimin işi olursa olsun burada İran’ın bir Libya olmadığını hatırlatmak gerekir. İran, 1988’in İran’ı da değil. Irak’la 8 yıl süren savaştan beri eriştiği konvansiyonel savaş kapasitesiyle farklı bir yerde. Birçok İranlı için gurur kaynağı olmasa da İran’ın asimetrik savaş kabiliyeti de Orta Doğu’nun hiçbir ülkesinde yok. Devrim Muhafızları’nın hava-uzay kuvvetleri komutanı Emir Ali Hacizade kolay lokma olmayacaklarını şu uyarıyla hatırlatıyor: “Fars Körfezi’nde 6 bin personel ve 40-50 jet taşıyan bir Amerikan gemisi bizim için tehditti. Bugün bir hedeftir.”

***

Gerilimin tırmanması halinde akla ilk gelen Hürmüz Boğazı’nın kapatılması. Deniz yollarıyla dünya piyasalarına yürütülen ham petrolün üçte biri (günlük 17-18 milyon varil) Hürmüz’den geçiyor. İran petrol satışının sıfırlanması halinde Hürmüz’ü kapatabileceği tehdidi başlı başına piyasaları tedirgin edebiliyor. İran işi gerçekten bu noktaya vardırır mı, bilemeyiz. Sonuçta bu, bir savaşı da tetikleyebilir. İran’ı hedefe koyanların asıl zorlanacakları boyut asimetrik yanıtlarda yatıyor. Körfez’deki Amerikan askeri, ticari ve diplomatik varlığının yanı sıra Irak ve Suriye’deki güçler de açık hedef haline gelebilir. Senaryonun bir diğer ucunda İsrail var: Filistinli örgütler Gazze’den, Hizbullah Lübnan’dan ve Suriye’deki milis güçler Golan’dan cephe açabilir.

Bugünkü gerilim, kıvılcımını nükleer anlaşmadan alsa da Amerikan yönetiminin düşmanca politikası, İran’ın Orta Doğu’da eriştiği nüfuz ve yanıt verme kapasitesine bağlı korkulara dayanıyor. 2003’te Süleymani’de Türk askerlerinin başına gelen çuval hadisesinin bir benzerini 2007’de İranlılar Erbil’de yaşamıştı. O vakit Amerikalılar yanıtın nereden geleceğini bir kez daha öğrenmiş oldular. Amerikalılar İran’ın irtibat ofisini basıp Devrim Muhafızları’ndan bir yetkiliyi alıkoymuştu. Birkaç gün sonra İran’ın finanse ettiği Asaib Ehl’ül Hak milisleri Kerbela’da Amerikan konvoyuna pusu kurup 5 askeri öldürmüştü.

ABD’nin 2001’den bu yana Orta Doğu’da açtığı cepheler Filistin-Lübnan ekseni dışında İran’a Irak, Suriye, Afganistan ve Pakistan’da da vekil güçler oluşturma şansını verdi. Irak’ta 2014’te IŞİD’e karşı ortaya çıkan Haşd el Şaabi Amerikalılar için büyük bir dert. Amerikan karar vericileri arasında bir savaş pahasına İran’ı çökertmek mi, yoksa ekonomik ablukayla yeni bir anlaşmaya mecbur etmek mi ikilemi işte bu noktalarda başlıyor.

***

Tabii İranlıların bugün daha fazla hesaba katmak zorunda olduğu bir sürü faktör de yok değil. Yolsuzluklar, yaptırımları atlatmak için geliştirilen mekanizmalarda devletin kasasına dönmeyen milyarlarca dolarlar, kurumlar arası uyumsuzluklar, sosyal gerilimler, siyasal kutuplaşmalar, Orta Doğu’daki nüfuz savaşının maliyetine dönük sorgulamalar ve genel olarak iktidardaki mollalara karşı biriken öfke rejimin seçeneklerini daraltıyor. İran için de “Çatışma mı, uzlaşma mı” sorusu dünden daha fazla ciddiyet arz ediyor.

Beri tarafta İran’ı kollayan müttefikler cephesinde de durum nazik. Petrol alımını sürdürse de Çin ekonomik savaş içinde olduğu ABD’yle kavgasına bir de İran faktörünü eklemek niyetinde değil. Arap ülkeleriyle ilişkilerinde ciddi bir ivme yakalayan Rusya da anlaşmaya sadık kalıp ambargoya karşı çıksa da artan petrol fiyatlarının tadını çıkarabilir.

AB kanadı ilk kez ABD’nin saldırgan politikası karşısında direnç gösteriyor ama derde deva değil. Moskova ziyaretinden önce İran dosyasını Brüksel’de Fransa, İngiltere ve Almanya’ya pazarlamaya çalışan Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ‘savaş istemiyoruz’ yanıtıyla soğuk bir duş aldı. İran için önemli bir duruş. Bu direncin sürmesi İran’ın nükleer anlaşmaya sadık kalmasına bağlı. Bu konuda süreç pazarlık ve restleşme arasında gidip geliyor. İranlılar AB’den yaptırımları ‘by-pass’ edecek mekanizmanın (INSTEX) devreye sokulmasını bekliyor. AB ise mali şeffaflık şartı arıyor. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, 8 Mayıs’ta JCPOA’nın imzacıları İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya ve Çin’e mektup yazarak İran’ın ekonomik çıkarlarının korunması için 60 günlük süre tanıyıp aksi halde nükleer program üzerindeki bazı kısıtlamaları kaldıracaklarını bildirdi. Ambargodan önce günlük 2.8 milyon varil seviyesinde seyreden petrol satışlarının 1.5-2 milyon varil düzeyinde kalması İran’ın anlaşmaya sadakatini garantileyebilir. İranlılar 1.5 milyon varilin altında satışla çarkın dönmeyeceğini söylüyor. Şu sıralar seviye 500 bin ile 1 milyon arasında bir yerde. İran bankacılık sektörüne yönelik ambargo yüzünden petrol dışı gelirlerinin yaklaşık üçte ikisini de transfer edemiyor.

AB, Rusya ve Çin’in anlaşmaya desteği en azından İran’ı tecrit olmaktan kurtarıyor. O yüzden de Avrupalılar İran’ın kolayca çekilemeyeceğini düşünüyor.

Askeri müdahaleyi bir seçenek olarak masada tutanlar da İran’ın basit bir hasım olmayacağını, İran’ı vuran ateşin sadece İran’ı yakmayacağını biliyor. ‘Kendi insanına odaklanmış makul ve yaşanabilir bir ülke’ düşü kuran İranlı muhalifler bile bu yolda selamet görmüyor. Maksat çökertmekten öte bir şey değilse İran’ı Trump’ın atarlı tweetleri ve ürkütücü gemileri değil ancak kendi iç dinamikleri dönüştürebilir. Beklediği o telefon ise hiç çalmayabilir.