30 Mart'tan Sonra Ne Olduklarını Göreceğiz

30 Mart'tan Sonra Ne Olduklarını Göreceğiz

Başbakan Yardımcısı Arınç, cemaat ile ilgili "30 Mart'tan sonra ne olduklarını göreceğiz ama şu yürek burkan çalışmaları beni fevkalade üzüyor" dedi.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Bursa'da, AS TV'de canlı yayınlanan programda soruları yanıtladı.

Arınç, 30 Mart seçimlerine çok yaklaşıldığını, liderlerin meydanlara çıkmasıyla son haftalarda bir hareketlenme olduğunu ve artık geri dönülmez bir yola girildiğini söyledi.

Türkiye'de yaşanan olayların, günlük siyasetin de konusu olduğuna dikkati çeken Arınç, "Liderlerin tansiyonları yükselten açıklamaları, birbirlerine karşı cevapları, herkesin, 'Bir seçim var, bu seçim için bunlar konuşuluyor' herhalde diye farkına varması konusunda faydası oldu" ifadesini kullandı.

Mahalli seçimlerin çok önemli olduğunu vurgulayan Arınç, büyükşehir belediyesi sayısının 30'a yükseldiğini hatırlattı.

Seçimler hakkında bir heyecan veya ilgi eksikliğinin söz konusu edilebileceğine değinen Arınç, "Son zamanlarda artık herkesin adayları tanıdığını, seçimini belki şimdiden yaptığını, belki bir kısmının henüz kararsız olduğunu düşünüyorum. Böyle olmasını çok garipsemiyorum. Bundan sonraki seçimlerde belki sanal mitingler yapacağız, sanal duyurular yapacağız, birbirimize dijital ortamda ulaşacağız. Batıda olan şey bizde de olacak zannediyorum" diye konuştu.

Yerel seçimlerde adayların, daha iyisini yapma iddiasıyla hareket etmeleri gerektiğini ifade eden Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Yoksa hiçbir proje getirmeden, hiçbir haklı gerekçe bulmadan, 'O şunu yaptı ben de onu kaldıracağım, o şunu yaptı ben bunu kapatacağım, o yaptı ama ben bunu yıkacağım', bu çok eski bir sol mantıktır. 'Köprüyü yaptırmayız.' Hatta açılışına bile katılmadılar. Şimdi üçüncü köprüye karşı çıkıyorlar. Sırrı Süreyya Önder'e kaldıysak yandık; 'Üçüncü köprüyü yıkacağım' diyor. Bu zihniyet, Türkiye'de iş yapmayan, aynı zamanda iş yaptırmayan ve bu tür şeyleri hala 'Malabadi Köprüsü bu durumdayken bu iş olmaz' düşüncesiyle eleştiren insanlar. Eskiden Zap'a yazılan şiirler vardı, Malabadi Köprüsü'nün şarkıları vardı. Yani çağ değiştiren bir dünyada, 14 milyon insanın yaşadığı bir İstanbul'da, 2 milyonun merkezde yaşadığı bir Bursa'da bu insanlar ulaşımı nasıl yapacaklar, işinden çıkıp evine nasıl gidecekler, can güvenliği nasıl olacak, trafikte rahatlık nasıl olacak, bunları düşünmek gerekirken 'Köprüyü yaptırmam, metroyu yaptırmam, ona karşı çıkarım' veya yanlış da olsa bir toplu konut yapılmış, 3-5 binden fazla insan konut sahibi olmuş, 'Ben bunu yıkarım' demek belki insanı meşhur edebilir. Arapların meşhur bir sözü vardır; 'Muhalefet et ki tanınasın' derler."

Kendilerini bu işte mutlaka vazgeçilmez zannedenler var

Arınç, halkın, hizmete baktığını, bu seçimleri bir fırsat olarak gördüğünü, insanların kötünün içinden iyisini değil, iyinin içinden iyisini seçmelerini sağlamaları gerektiğini dile getirdi.

Aday belirleme konusuna da değinen Arınç, şunları söyledi: 

"Burada büyük bir beğeni kazandık ama bazıları çok eleştirdi. Yani benim kulağıma gelenler, kendilerini bu işte mutlaka vazgeçilmez zannedenler de var. 'Ben şu kadar hizmet ettim de niye gösterilmedim tekrar?' Teşekkür ederiz hizmetine. Bak ben de 2015'te Allah kısmet ederse gideceğim. Hiç üzülmüyorum. Sen niye üzülüyorsun kardeşim? Sen git, bir başka arkadaşın gelsin. Kötüsün diye söylemiyorum, iyisin ama başka iyiler de var. Tapulu malın değil ya bu. Mahkeme kadıya mülk değil kardeşim, Haydi bakalım sen git de bir başkası gelsin. Belki kızdılar, üzüldüler ama böyle bir anlayış da var. 'Ben hep burada olmalıyım, hep benim sözüm geçmeli, hep ben dinlenmeliyim, hep benim koluma girmeleri lazım', yok öyle bir şey. Bursa hepimizin, Bursa'da ayrımcılık olmayacak. 975 bin oy alan bir parti, Bursa'yı ne kadar kucaklarsa o kadar büyür. Burası belli bölgelerin insanlarına ait bir gecekondu değil, büyüsün hepimizin olsun."

Bu seçimlerde, Nilüfer ilçesinde belediye başkanlığını kazanmamaları için hiçbir neden olmadığını vurgulayan Arınç, bu kilidi açmaları gerektiğini ifade etti. Arınç, 2009'daki seçimlerde mevcut başkana, AK Parti'den de MHP'den de diğer partilerden de bir oy kayması olduğuna işaret ederek, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Bizim AK Parti açısından bulabildiğimiz şey şudur; bizde yerel seçimlerde 4 puanlık bir seçmenin genel seçimlerde AK Parti'yi desteklediği ama yerel seçimlerde mevcut başkana oy verdiği şeklinde. Onlar üzerinde çalışıyoruz, onları anlamaya çalışıyoruz. Merak ediyoruz, bunu çözmemiz lazım ama o kilidi açmak üzereyiz. Bu kilit açılırsa mesele kalmayacak... Bütün mesele, bizde olup AK Parti'yi sevip Tayyip beyin hayranı, genel seçimde oyunu veren ama mevcut başkanla da nasıl bir duygusal ilişki içinde olduklarını anlayamadığımız, şimdi anladığımız bir seçmen kitlesi var... Nilüfer'deki bu garip çelişkiyi çözen parti kazanacak. MHP kazanmaya uzak ama biz daha yakınız. Bizim için puan çok daha az. Biz çok şükür şu anda da çok iyi gidiyoruz, yükselme devam ediyor. O arkadaşlarımızı ikna etmemiz lazım... Nilüfer, Bursa'nın çok güzel bir örneği, kazanılması çok mümkün ve muhtemel ama mevcut başkanın farklı alanlardaki ilişkileri meseleyi bugüne kadar getirmiş. Yani siyasi hayatımın sonunda olmasaydı ben çıkardım Nilüfer'de karşısına. İlle bu işi kazanmak için benden daha iyisini bulduk; Mustafa Esgin adayımız orada."

AK Parti olarak, 17 Aralık ve 25 Aralık olayları yaşanmasa seçimlere daha farklı bir şekilde gideceklerini vurgulayan Arınç, "Onun etkisiyle hükümete karşı yapılan bu tertipler, bu provokasyonlar, bu iftiralar olmamış olsaydı biz farklı tonlarda konuşur, farklı üsluplar kullanabilir ve marka şehirler konusunda daha yoğun bir çalışma yapabilirdik. Bunu bugün için yapıyoruz ama bunlar her şeyin üzerine bir kara bulut gibi çöktü" ifadesini kullandı.

Arınç, bu süreçte siyasi partilerin genel başkanlarının miting meydanlarındaki hitaplarına değinerek, şöyle devam etti:

"Sayın Kılıçdaroğlu, Bursa'ya gelmiş. Ben de bir gün sonra geldim. Takip de ediyorum. Bursa'nın ben her şeyini takip ediyorum. Gökdere Meydanı'nda toplanılmış, kalabalığı tartışmıyorum, bir saat konuşmuş. Bizim yarın Genel Başkanımız bir saatten fazla konuşacak, onu şimdiden söyleyeyim. Bir saat konuşmasının 55 dakikası, üç kelimeyi tekrarlamış, ben tekrarlamaktan hicap duyuyorum, bu ülkenin başbakanına hakaret etmiş, şunu demiş, şunu demiş, şunu demiş. Çevirmiş, demiş, çevirmiş, demiş. Kalan 5 dakikasında da belediye hizmetlerinden, adayından hiç bahsetmeden, adayı belki çıktı yanında kendisini gösterdi ama 'Eskişehir çok güzel, Bursa çok geri kalmış. Bizim adayımız da Eskişehir'e benzetecek burayı' demiş. Aman Allah'ım. 55 dakikası hakaretle dolu. Heybesinde küfür var, onları saçmış. 5 dakikasında da Bursa için söyleyecek sözü yok, Eskişehir'i bize örnek vermiş. Vallahi Eskişehir'in merkezi çok güzel olabilir, oradaki belediye başkanı da çok başarılı olabilir ama bizim Bursa'da bir eksiğimiz yok ki. Bursa kimden ders alacak, kimden örnek alacak? Bursa'nın projelerini yurt içinde, yurt dışında örnek alan o kadar ülke, o kadar belediye var ki kaldı ki 26 projemize Eskişehir de sahip çıkmış. Bu, Bursalılar için üzüntü verici bir durum."

Ahlak dışı bir konuşma yapmamalı

Kılıçdaroğlu'nun, mitinglerinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a hakaretlerde bulunduğunu savunan Arınç, şunları kaydetti:

"Ana muhalefet partisi liderisiniz. Yarın iktidara gelmeniz söz konusu. Bütün dünyada böyledir ama siz üç kelime ile bu ülkenin başbakanına hakaret ediyorsunuz. Gerekçeniz de bize göre montaj olan, bize göre sesler birleştirilerek bir araya getirilmiş bir tertip olan kasetlerdeki sözlerden hareketle bunları yapıyorsunuz. Ben başka yerlerde kendisine cevap verdim. Hatta bir gün sonra geldiğimde, İnegöl ve Yenişehir'de buna temas ettim. Bu çok yanlış bir defa. Bu, edep dışı bir şey. Bir siyasetçiye de yakışmaz. Niçin sen benim başbakanıma hakaret ediyorsun? Orada kendisi, oğlu veya bakanlarıyla ilgili bazı konuşmalar var. Biz bunların doğru olmadığını iddia ediyoruz.. Sen, doğru olduğunu düşünüyorsun. Çünkü bunları herkese dinletiyorsun. Bir defa bunların nasıl elde edildiği, bu dinlemelerin yasal olup olmadığı konusunda ihtilaf var. İkincisi, bu sadece bir iddia olabilir. Henüz bu iddia konusunda soruşturma yapılmamış, bir iddianame tanzim edilmemiş ve bununla ilgili bir fezleke de Meclis'e gönderilmemiş. O tarihler için söylüyorum. Şimdi sen ortada fol yok, yumurta yokken 'baş çalan' diyorsun, başka şeyler diyorsun. Halbuki senin 7 tane, 95 tane de CHP'li milletvekili hakkında fezlekeler var. Biri de çok çirkin hatta. Fezleke demek, iddianame demektir. Yani soruşturma yapılmış, iddianame tanzim edilmiş ama milletvekilinin dokunulmazlığı olduğu için yargılamaya geçilmiyor. Mesela Muharrem İnce ile ilgili fezlekeyi okudum. 8 sayfa, bütün dinlemeler, kadının ifadesi, onun bunun ifadesi var. Sadece bunun ifadesi alınamamış. Şimdi burada bir iddianame var, biz onlar hakkında kürsüye çıktığı zaman kötü şeyler söylemiyoruz, utanıyoruz en azından ama hakkında hiçbir şey olmayan bir başbakana veya bakanlara sen hakaret ediyorsun. Bir siyasetçi bu kadar siyaset dışı, edep dışı, ahlak dışı bir konuşma yapmamalı."

Arınç, Erdoğan'ın özelliklerini yanındakiler olarak çok daha iyi bildiklerini anlatarak, onun namusa, aile prensiplerine çok önem verdiğini, evlatlarını çok sevdiğini, şeref ve haysiyetine ilişilmesinden hoşlanmadığını dile getirdi.

Edep ve ahlak dışı konuşmalar karşısında bazı insanların yumuşak tepki verdiğini, kimilerinin ise duymazdan geldiğini bildiren Arınç, şöyle konuştu:

"Bizimki bunlara dayanamaz. Zaten onun bu zayıf noktasını bilenler, hep buraya hücum ederler. Oğlu için, eşi için, kendisi için bir şey söyleyeceksin, buna karşı durması, dayanması mümkün değil Sayın Başbakan'ın. O yüzden o da üslubunu, karşıdakinin bu sözlerine karşılık yükseltebiliyor. Belki de o da onlara karşılık verirken aynı şekilde, sert bir biçimde konuşabiliyor. Dolayısıyla bu işi başlatana, bu işi büyütene bakmak lazım ama ne olursa olsun, bir yerde siyasetçinin bu üslubundan vazgeçmesi gerekir. Vazgeçen Kılıçdaroğlu olsa Başbakan'ın bu konuda söyleyecek bir şeyi kalmaz. Sayın Bahçeli de bazen sert şeyler söylüyor ama ahlak ve edep konusunda Sayın Bahçeli'ye hiçbir itirazımız yok. O, bu konularda hassas bir insan. Kimsenin aile mahremiyetine girmez, kimseyi aşırı suçlamaz veya kötü sözlerle karşılık vermez ama Kılıçdaroğlu maalesef eskiden bu yana böyledir. Bazen o kadar edep dışı oluyor ki 'anasının a'sı' derken kendisini zor tutuyor, apar topar otobüsten indiriyorlar, bereket ki sözünü tamamlamıyor. Bir de onun gerisini duymuş olsaydık, bir genel başkan ne durumda olurdu Allah esirgesin. Bu seçimlerin sonunda bu sözlerin hiçbir fayda sağlamadığını, ona prim yapmadığını ve bir iktidar olarak gelecekte ne yapacağını, bir belediye seçimiyse adaylarının bu seçimde neler yapabileceğini söylemeyip sadece Başbakan'ı hedef almasının ona ne kadar pahalıya mal olduğunu hep beraber göreceğiz."

Anketlerimizi röntgen çeker gibi yapıyoruz

Arınç, son zamanlarda Erdoğan ile mitinglere katıldığını, bazen de konuşmalar yaptığını hatırlattı.

Elazığ'a, Malatya'ya, Aydın'a, Kahramanmaraş'a gittiğini, Manisa, İzmir mitinglerine katıldığını dile getiren Arınç, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Aydın veya Maraş'ta hem konuşma yaparak hem de bizzat gözlemleyerek takip ettim. Bu kadar iftira, bu kadar hakaret, bu kadar el ele vermiş bir ihanet görmeseydik çok daha farklı olurdu. Yani müspet anlamda söylüyorum. Başka parti, bu rüzgarın önünde duramazdı. Eğer AK Parti'nin yerine bir başka partiyi hedef alsalardı onlar yıkılır giderdi ancak garip bir şey var, o kadar garip ki bunu Türk milletinin sağ duyusunda veya mağdur edilen, mazlum edilen insanların sahip çıkmasında veya Tayyip beyi çok aşırı sevmesinde, hükümete çok güvenmesinde aramak lazım. Her miting, bir önceki mitingin iki veya üç misli. Şimdi bunlar şunu gösteriyor; bu iftiraların, bu yalanların hiçbiri tutmadı. AK Parti'yi daha çok kenetlediler. Daha çok sarıldılar, daha çok kucakladılar ve yapılanlara karşı, bu partinin hizmetlerini ve Başbakanımızın gayretlerini takdir ettiler. Dolayısıyla bu miting meydanlarındaki heyecan ve coşku, aynen sandığa yansıyacak olursa, bir ihtimal olarak söylüyorum, bu insanlar boşuna gelmedi oraya, biz bu seçimleri açık ara kazanacağız ve oy oranı çok yüksek olacak. Bu insanların bir kısmı fikir değiştirebilir, merak saikiyle gelmiş olabilir filan. Ne kadar fire verirse versin yine oy oramız fevkalade yüksek olacak. Bunu rakam olarak söylemeyeyim çünkü anlık takip ediyoruz biz bunları. Herkesin anketi kendisine. Dolayısıyla kafa karışıklığına gerek yok. Anketlerimizi röntgen çeker gibi yapıyoruz. Bize doğruyu söylesin, nerede eksiğimiz varsa oraya gidelim."

"Elinizdeki veriler ışığında genel sonuçlar birinci olduğunuzu gösteriyor mu?" sorusuna Arınç, "Yüzde 100. En büyük iddiası o Sayın Başbakanımızın. Her seçimde, 2002'den beri, 'Birinci olamazsam genel başkanlığı ve siyaseti bırakırım' dedi. Şimdi de aynı şeyi söylüyor. Muhalefet partilerine de aynı şekilde sesleniyorum ama 4 aydır ses yok. Biz birinci olacağız inşallah. Birinci olamazsak Tayyip bey de bırakır, biz de bırakırız kardeşim" yanıtını verdi.

Arınç, AK Parti ile cemaat arasındaki gerilimin 30 Mart akşamına kadar devam edecek gibi göründüğünü, daha sonra bir şekilde bunun ortadan kalkacağına inandığını söyledi.

Bu işlerin, başlangıcında yerel seçimlere, bunun ardından cumhurbaşkanlığı seçimine, genelde de AK Parti hükümetini alaşağı etmeye yönelik olduğunu anlattıklarını vurgulayan Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Geç anladık ama anladık. Dolayısıyla bu seçimi başarıyla geçirdiğimiz takdirde birinci raundu biz kazanmış olacağız, hükümet kazanmış olacak. Ondan sonra yanlış yapanlarla ilgili birtakım çalışmalar olacak. Cumhurbaşkanlığı seçimine giderken inşallah bu tür iftiralarla yalanlarla ve birbirine geçmiş birtakım organizasyonlarla karşılaşmamış olacağız. Ben 30 Mart akşamını sabırla beklemeyi öneriyorum. Bu konuda herkes bir şey söylüyor. Sayın Başbakanımızın zaten söylediklerine hiç ilave edeceğimiz bir konu yok ama şu önemlidir; bu cemaati bilen, içinde olan, onlara her zaman kucak açmış, onların bütün faaliyetlerine destek olmuş bir arkadaşınız olarak söylüyorum, ben cemaate veya camiaya veya 'hizmet'e gönül vermiş binler, on binlerin çok saf, temiz, ahlaklı, ülkesini çok seven insanlar olduğuna inanıyorum. Buna bugün de inanıyorum, dün de inanmıştım. O yüzden Sayın Başbakan'ın, 'Artık cemaatle hükümet ilişkisi veya kavgası olarak bunu düşünmeyiniz. Karşınızdacemaat yoktur' demesi bir bakıma doğru. Artık o cemaati bir kenara çıkarıp koymalıyız. O cemaatin içinden veya dışından birtakım iş birliği yaparak bir siyasi provokasyonla hükümeti devirmeye çalışan bir organizasyondan bahsetmeliyiz. Cemaat yine temizliğiyle hizmet duygusuyla bir tarafta kalsın. Onları böyle şeytani işlerin içinde kesinlikle düşünmem, düşünmeyiz de ama 'bir üst akıl' demiştim. O üst akıl, kendilerine görev verdi. Medyasıyla yargıdaki, emniyetteki uzantılarıyla TİB'deki uzantılarıyla bir şehri baştan sona dinlemiş olmak gibi ayıpları, rezillikleriyle ve herkesin önüne konan şantaj kayıtları veya kasetleriyle bir siyasi sonuç elde etmeye çalışan bir şebekeden söz etmek mümkün. Bunların bir kısmı tespit edildi, bir kısmı üzerinde de çalışılıyor. Bu insanların, bu tertemiz camiayla ilgisinin, en azından gönül bağının olmadığına şahsen inanıyorum. Dolayısıyla onlar, temizlikleriyle saflıklarıyla bir kenarda kalsınlar ama bu işe alet olanlarının da ayrılıp onların hem kanunlara, anayasaya, hukuka aykırı yaptığı işlemlerin mutlaka bizim kanunlarımız karşısında bir karşılığı olacaktır."

"Ablaların, AK Parti aleyhine seçime yönelik bir kampanya yürüttüğü" iddiasına değinen Arınç, daha önce bu durumun varlığından kuşkulu olduğunu bildirdi.

Her zaman iyi niyetle baktığını dile getiren Arınç, şunları kaydetti:

"Böyle bir kampanya var. Son zamanlarda görüyorum, biliyorum ve duyuyorum ki tabii 'ablalar' veya 'abiler' dediklerinizin de bir kısmı, hepsi değil. Şüphesiz kabul eden, etmeyen var. Belli görevler verilmiş bazılarına, onlar gerçekten dolaşıyorlar hatta illerde kimin kazanacağı veya kime destek olunacağı konusunda da bir planlama yapmışlar. Bunlar artık basında da çok fazla yer alıyor. Bazı yerler CHP'ye destek olacak, bazı yerler de MHP'ye destek olacak. Mesela çok acıdır, benim yıllarca camia içinde her şeyiyle bildiğim, tanıdığım, onun da yıllardan beri AK Parti'ye gönül verdiğine inandığım bir insan, şimdi bu işareti (bozkurt işareti) yapmaya başlamış. 'Ağabey biraz garip kaçmıyor mu' falan dedim. 'Ne yapalım talimat böyle' dedi. Şimdi o, kurt işaretini yapmaya başlamış. Bu bir değişim midir, dönüşüm müdür, bunu herkes kendisi takdir etsin. Hiç önemli değil. İsteyen istediği yere oy versin ama o camia, hizmete yönelik bir hareket olarak kalacaksa siyasi propagandaya alet olmaması lazım. Ben Hocaefendi ile görüşüp geldikten sonra TRT'de açıklamalarda bulundum. 'Biz AK Partili bir Hocaefendi görmedik, görmeyi de düşünmüyoruz' dedim. Biz partimizin mensubu olarak ona bakmıyoruz. Onu partilerin üstünde, gerçekten bir dini iyi anlayan, iyi yorumlayan, insanlara güzel hedefler gösteren, güzel bir insan olarak tanıdık ama şimdi ona bağlı olduğunu iddia eden, kapı kapı dolaşıp, bunların içinde kamu görevlileri de var, adam doktordu, şimdi bu işi yapıyor, adam devlet dairesinde, belki de biz koymuşuz, yardımcı olmuşuz, şimdi köy köy geziyor, 'CHP'ye oylar, MHP'ye oylar' diyor. CHP, MHP bundan ne kazanır, işin o tarafı ama bundan sonra bu camianın siyasi bir organizasyon olarak ya ortaya çıkması lazım veya eski hizmetini yapamaz."

(Biz sandığa gitmeyeceğiz) demek, asil bir tavırdır

"Hizmet" hareketine gönül verenlerin tartışılmazlığı, dokunulmazlığı, gözyaşı, yurt dışındaki okulları olduğunu, bu işi Allah rızası için yaptıklarını söyleyen Arınç, şöyle devam etti:

"Şimdi Allah rızası için değil de siyasi bir provokasyon olarak bu işin içine girdiklerini görüyorsak yarın kimse bunlara elini uzatmaz, kimse burs vermez, yardım etmez, bunların toplantılarına koşarak gitmez, ben dahil. 'Sizin de bir siyasi partiden farkınız yoksa ben niye böyle davranayım' diye düşünürüm. 'Peki ama siz bu kadar hakaret ediyorsunuz, zulüm yapıyorsunuz, o zaman ne yapsın bu insanlar' diye buna, böyle inanıyorlarsa şunu söyleyebilirler; 'Bu seçimlerde biz AK Parti'ye oy vermeyeceğiz.' Başka bir parti için çalışmak farklıdır, 'AK Parti'ye küstük, onun için ona oy vermeyeceğiz' demek başka bir şeydir. 'Biz sandığa gitmeyeceğiz' demek, asil bir tavırdır. Bu bir tepkidir ama hem sandığa gideceksin hem de yıllarca seni yok etmeye çalışan partilere oy toplayacaksın. MHP, bu Fethullah Gülen hocaefendi için, bucemaat için bugüne kadar ne demiştir, alt alta getirebilirim. Onun mensupları, ağız dolusu ne kadar hakaret etmişlerdir, alt alta toplayabilirim. Kılıçdaroğlu ve ekibinde ne kadar insan varsa 'Fetoş' demekten başlayarak ne kadar hakaretler yapmışsa köküne kibrit suyu ekmek için ne kadar çalışmışsa kitaplar yazabilirim. Sen böyle bir partiye oy topluyorsun şimdi öyle mi? Bu çok yanlış. Ben kabahatliysem bana oy verme ama sen kendini de inkar etme. Çünkü sen siyasi bir organizasyon olacaksan biz sana bundan sonra o gözle, rakibimiz olarak bakarız. Artık sen de bir parti kurarsın, hazır milletvekilleri de var parlamentoda 3-5 tane, bundan sonra karşımıza, MHP'nin de CHP'nin de karşısına bütün partilerle birlikte siyasi bir yarışa girersin ama ondan sonra 'hizmet' diye bir şey kalmaz, onu da bilesin. Dostlarımıza ancak bunu söyleyebiliriz; bana oy verme kardeşim, beni cezalandıracaksan bana oy verme ama başka bir partiye oy verdiğin anda sen bir siyasi figür olursun, bunu da düşün. Çünkü senin Hocaefendin de yıllarca, başındaki abilerin, ablaların da yıllarca hep bunları söyledi. Sen sokakta siyasi partiler için oy toplayamazsın. Hele hele varlık sebebin olan bir partiyi bırakıp başka bir partinin heybesine oy toplayamazsın. Bunu yaparsan benim gözümde, milletin gözünde, yurt içinde, dışında artık sen siyasi bir organizasyonsun. Dolayısıyla siyasi organizasyon ne yaparsa artık onu yaparsın. Ondan sonra fakir milletin de zenginlerin de kesesinden, kasasından elini çekersin. Başka yapacağın bir şey yok."

Siyasi mesajlar veremezler

Arınç, bütün bu konuşmalar yapılırken böyle bir tartışmada halkın bir taraf olmaması gerektiğini vurguladı.

Partisinin, yüzde 50 oyla iktidarını devam ettirdiğini anlatan Arınç, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Karşımızda bir siyasi parti yok ki. Bugüne kadar yoktu. 30 Mart'tan sonra ne olduklarını göreceğiz ama şu yürek burkan çalışmaları beni fevkalade üzüyor. Yani köylere, kasabalara giderek, bizim tavassutumuzla en iyi noktalara gelmiş insanlar, 'Bu hükümeti bitireceğiz' diyerek başka partilere oy topluyorlar. 'Yeter ki AK Parti kazanmasın, işte şu kazansın, bu kazansın.' Burada bir tercihleri de yok. Eminim bazı yerlerde de BDP için oy topluyorlardır. İhtiyaçları varsa. Şimdi ikimizin arasında bir yargı kurup, bir terazi getirip de kimin haklı veya kimin haksız olduğunu halk hiçbir zaman ölçmez. Bu konuda olan bitenlere bakar. Hükümeti eleştirecekse hükümeti eleştirir. Siyasi parti olarak biz kazanırız da kaybederiz de. Peki cemaatbu konuda haksız görülürse halk nezdinde ne olacak? Bugüne kadarki itibarı sıfırlanacak. Bugüne kadar yaptığı hizmetlerin yüzde 1'ini bile yapamayacak. Sonunda da siyasi bir organizasyona dönüşecek. Kayıpta olan hükümet değil, kayıpta olan kendisini bugüne kadar fisebilillah, Allah rızası için hizmet yaptığına inandıran bu cemaat. Bu cemaat, şimdi günlük siyasetin içine giriyorsa ve AK Parti'ye düşmanlık etme noktasında bütün imkanlarını ortaya koymuşsa artık bundan sonra, 30 Mart'tan sonra ne olacağını halkımız çok açık bir biçimde görecek. Siyasi mesajlar veremezler. Onların referandumdaki çabaları, bütün yurtseverlerin, özgürlükçülerin çabaları gibiydi. Çok çalıştılar 'evet' için ama hepimiz 'evet' için çalıştık. O zaman CHP, MHP, 'hayır' demedi mi? Onların 'hayır' dediği yerde, onlar da 'Evet diyelim' diye en az 70, 100 kişiye koşmadılar mı? 'Ölüler bile canlansa da keşke evet oyu kullansa' demediler mi? 'Hayır' diyenlere bugün oy toplayanlar, kendilerini inkar etmiyor mu?"

Niye lanet okuyorsun?

Fethullah Gülen'i tartışmanın merkezinden çıkarmak gerektiğini, ona saygısının hala devam ettiğini belirten Arınç, "Bunu söylemek doğru mu bilmiyorum ama ben, şunlar, şunlar, şunlar yapılsa bile bugüne kadarki öğretisiyle bugüne kadarki konuşmalarıyla yaşantısıyla tarzıyla Hocaefendi'yi bir kenara koymak ve onun üzerinden bir şeyler yapmamak gerektiğini düşünüyorum" diye konuştu.

Arınç, Gülen'in, bir gazetede üç gündür yayımlanan açıklamalarına da değinerek, şöyle dedi:

"Bizzat cemaatin çıkardığı bir gazete ve bunlar belli bir şekilde de satılıyor. Takdir ediyoruz, okuyoruz. Benim de halen evime geliyor, abonesiyim, aboneliğimi de kesmedim. 'Neler yazıyorlar, bir bakalım' diye biz de okuyoruz. Biz her şeyi yok kabul etmiyoruz ki 'Bu da geçer ya hu' diyoruz. Burada yanlış, hata yapanlar cezasını çekecek. Çünkü bilerek hata yapıyorlar. Bilerek kötülük yapıyorlar, hata yapmıyorlar. Şimdi beddua etmiş yine veya lanet okumuş. Duygusal bir insandır Hocaefendi, daha evvel de buna benzer bir şey yaptı ve belki de kırılma noktası o. Başbakanımız da arkadaşlarımız da ona çok üzüldü. Onlar, 'İslam'da bunun yeri vardır' diyorlar. Mülaane diye bir şey. Ben de ilk defa duydum, belki de vardır. Yani 'Kendimizi de işin içine koyarak lanet veya beddua okuyoruz, Peygamber de böyle yapmıştı' diyorlar. Ben orasını bilmem ama lanet okumaya gerek yok. Niye lanet okuyorsun?"

AK Parti ile cemaat arasındaki tartışmalar başladığından bu yana Gülen ile görüşmediğini bildiren Arınç, telefon açıp hatrını dahi sormadığını anlattı.

Bülent Arınç, şunları kaydetti:

"Herkesin herkesi dinlediği bir yerde, bu aptallığı yapacak bir adam değilim ama en yakınlarına şunu söyledim; 'Bakın arkadaşlar, henüz her şey bitmedi. Ben de inanıyorum ki hükümet aleyhinde bir tuzak var. Bu tuzağın içinde de sizin bazı mensuplarınız var. Hayır mı diyorsunuz? Evet. Bize göre de evet. Biz inanıyoruz ki şunlar, şunlar, şunlar, hükümet aleyhinde bir tuzak kurdular, yurt dışı, yurt içi bağlantıları var. Bunun amacı, Başbakanımızı devirmek, hükümetimizi itibarsız hale getirmek. Siz buna inanmıyor olabilirsiniz ama Hocaefendi'ye lütfen şunu söyleyin veya şunu yapın, siz deyin ki; Hükümetle bizim bir sorunumuz yok. Hükümete karşı kim tuzak kurmuşsa kim iş birliği yapıyorsa...' Ben onlara isim verdim ama onlara da 'İsim söyleyin' demedim, 'Genel ifadeler kullanın' dedim. 'Bunların hiçbiriyle bizim camiamızın ilgisi yoktur. Biz bu dinlemelerin, tuzakların hiçbirini kabul etmiyoruz. Hükümet, müsterih olsun eğer varsa bu insanlar, biz onları camiamızda kabul etmiyoruz deyin' dedim. Bunu derseniz hükümet de der ki 'Madem ki onlar istemiyor, kabul etmiyor, böyle bir şeyi reddediyorlar, o zaman biz de kendimize dönelim, şu yaptıklarımızı bir daha gözden geçirelim. Kaç ay oldu? Neredeyse 4-5 ay oldu."

Bin defa lanet okumaktan daha hayırlı bir iş olur

Hiçbir şekilde beddualara gerek olmadığına işaret eden Arınç, şunları söyledi:

"Söyleyecek tek cümle var, 'Bu tuzakları kuran bizden değildir, bu dinlemeleri yapan, iftiraları atan, bu montajları yapan bizden değildir. Bizim hükümetle bir meselemiz yoktur. Biz Türkiye'nin selametini istiyoruz ve kim ki bize mensup olduğunu iddia ederken bu işleri yapmışsa onu reddediyoruz' dese mesele kalmayacak bizim açımızdan. Yapılmadı. Bu beddualara gerek yok ki. Hocaefendi, çok güçlü bir insan, bu sözü bir defa tekrarlasa bir defa ilan etse, gazete yazar mı yazmaz mı bilmiyorum, o mesele de ayrı bir mesele. Şimdi iş birliği yaptıkları başka gazeteler de var. Çok masum bir istek değil mi bu? 'Hükümetle bizim meselemiz yoktur, biz siyasi bir organizasyon değiliz. Hükümeti sandık getirir, sandık götürür, rakipleri düşünsün. Kim ki bizim adımıza veya camiamızı kullanarak tuzak kurmuş, herkesi dinlemiş, herkesin özel hayatına girmiş, herkes hakkında şantaj yapacak duruma gelmiş, MİT'in tırlarını durdurup da yıpratmaya kalkıyor, onu, bunu gözaltına alıp itibarsız hale getirmek istiyorsa...' Savcıları da işin içine koymak lazım tabii. 'Bizimle alakası yoktur' desin, bin defa lanet okumaktan daha hayırlı bir iş olur. En azından kendilerini onlardan soyutlamış olurlar ama ben şu an itibarıyla böyle bir şey duymadım. O zaman biz de inanıyoruz ki camia veya camianın önde gelenleri, yapılanları neredeyse meşru ve mazur görüyor. O zaman Başbakan üzülüyor, daha üst perdeden belki bir şeyler söyleme ihtiyacı duyuyor."

Herkesin milliyetçi duyguları bulunduğunu ancak akıllı milliyetçi olunması gerektiğini bildiren Arınç, şöyle devam etti:

"Vatanseverlik, sadece bağırmaktan ibaret değil. Hepimiz bayrağımızı seviyoruz. Hepimiz ülkemizi seviyoruz. Gerçek vatansever, işini en iyi yapandır. Milliyetçilik, insanını sevmektir, insanına insanca bir yaşam hediye etmektir. Biz bunu yapıyoruz ama bazıları da sadece bunu bağırıp çağırıp slogan atmaktan ibaret zannediyor. Özellikle milliyetçi duyguların hassas olduğu yerlerde bunu kaşıyorlar. Hayır, Öcalan'la ilgili hukuki süreç bitmiştir tamamen. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde de bitmiştir. Bu konunun üzerine yeni bir şey koyamazlar. Kaldı ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi son kararında da sadece bizi mahkeme masraflarına mahkum etti, iç hukukumuza ilişkin hiçbir şey söylemedi. Adalet Bakanımız bu konuyu çok büyük bir açıklıkla söylemiştir. Kimsenin bir endişesi olmasın. Herkes, bulunduğu yerde işine devam ediyor."

Çözüm süreci iyi bir şekilde ilerliyor

Programın sunucusunun, "Terör örgütünün sözde liderlerinden Murat Karayılan, '30 Mart'tan sonra muhatabımız artık AK Parti Hükümeti olmayacaktır' diyerek özerklik mesajı verdi. Türkiye olarak 30 Mart sonrası farklı bir durumla mı karşılaşacağız?" sorusu üzerine Arınç, bu sözleri ilk kez duymadıklarını dile getirdi.

Bu kişilerin, Kandil'de örgütün dağ kadrosuyla ilişkili ve kendilerine göre liderlik taslayan insanlar olduğunu belirten Arınç, şunları kaydetti:

"Onların ne söylediklerine bizim istihbarat örgütlerimiz bakar, onu analiz ederler. Biz siyasetçiler olarak 'onlar bunu söyledi, şunu yapacak' falan, bunların peşinde olmayız. Eğer bunları muhatap kabul edersek karşımızda, o zaman çok kötü bir iş yapmış oluruz. Onlar bizim muhatabımız değil. Bu sözlerle farklı amaçları güdüyor olabilirler. Çözüm sürecimiz, onların iştirakiyle veya onların işi götürmesiyle devam eden bir süreç değil. Onlar hala ellerinde silahlı militan barındıran, hala örgütsel bağlılığı sebebiyle her tarafta eylem yapmaya hazır bir silahlı gruptur. Türkiye içinde değiller. Türkiye içindekilerin çıkması için de Öcalan talimat vermiştir ama onlar bir şekilde bunu belli bir noktada kesmişlerdir. Bize göre çözüm süreci iyi bir şekilde ilerliyor. İyi bir şekilde olduğunun en iyi göstergesi de 15 aydan beri Türkiye'de bir silahlı olayın, bir baskının, bir mayın patlamasının, bir 25, 15, 30 neyse polisimizin, askerimizin veya bir kişinin bile bir terör olayında burnunun kanamamasıdır. Bir tane kardeşimiz geçtiğimiz günlerde rahmetli oldu. Ona da münferit olay gözüyle bakmamız lazım. Onun cezası da mutlaka verildi veya verilecek ama çözüm sürecinde önümüzde çok büyük engeller olmasına rağmen hassasiyetle takip ediyoruz ve iyi ilerliyor. Özerklik talepleri zaman zaman BDP'li vekillerin konuşmalarında var. Aslında bu ayın 21'inde, Nevruzda verilecek mesaj önemlidir. Onun üzerine belki siyasi konuşmalar yapabiliriz. Bu dışarıdaki kadroyla Avrupa'daki kadro veya bir başkaları farklı şeyler gösterebilir. Çünkü onların Suriye, Rojava ile de bağlantıları var. Dolayısıyla kendi silahlı eylem gruplarını tatmin etmek amacıyla bazı hedefler gösteriyor ve günlerini bu şekilde geçiriyor olabilirler. Bizi kesinlikle ilgilendirmez. Biz hükümet mensubu veya siyasetçi olarak, 'Karayılan öyle demiş, ak yılan böyle demiş', bunları doğrusu hiçbir zaman muhatap almayız."

Uzun tutukluluk süreleri ve tahliyeler

Uzun tutukluluk süreleri ve tahliyeler hakkında da açıklamalarda bulunan Arınç, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatları ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Türkiye'ye mükellefiyetler yüklediğini ve uzun tutukluluk süresinin adalete gölge düşürdüğünü ifade etti.

Tutuklamanın bir tedbir olduğu, cezaya dönüşmemesi gerektiği ilkesinin evrensel olduğuna değinen Arınç, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Adil yargılama olması lazım. Adil yargılama da yargılamanın süratli olmasını ve hükmün bir an önce verilmesine bağlı. Biz ikisinden de sınıfta kalmışız. Çünkü bu mahkemelerdeki tutuklu süreleri bir katına kadar çıkabiliyor. 10 sene bir insan tutuklu kalabiliyor. Dünya literatüründe, üçüncü dünya ülkelerini bilmem ama 10 yıl uzun tutukluluk süresi hiçbir yerde görünmüyor, doğru da değil. Genel bir hüküm getirirseniz herkes 5 yıla tabi olursa bunun içerisine caniler de ırz düşmanları da girecek, Zirve davasının sanıkları da girecek, Hrant Dink'in tutukluları da girecek. 'Genel hüküm koymayalım da özel hüküm koyalım' derseniz, değdi, değmedi olacak. Bu da hukukta yok."

Arınç, tutukluluk süresini tespit etmeden önce mahkemelere bir yazılı hukuk getirdiklerini ve onlardan, tutuklamaya neden ihtiyaç duyulduğunu gerekçeli olarak yazmalarını ve tahliye taleplerini reddederken de bu gerekçeye dayanmalarını istediklerini hatırlattı.

Bunun mahkemeler tarafından yerine getirilmediğini anlatan Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bıçak kemiğe dayandı. Tutuklama ne demek? Soruşturma sırasında bir insan tutuklanabilir. Ondan sonra iddianame tanzim edilir. Mahkemede kovuşturma, yargılama süreci başlar. Yargılamada isnat anlatılır, ona karşı da sanık savunmasını yapar. Deliller toplanır ve karar verilir. Bu karar 5 sene sürer mi Allah aşkına, 10 sene sürer mi? Sürmemesi lazım. Herkes tutuklanmaya başladı ve içeri giren adam, çıkmamaya başladı. Bu KCK için de Ergenekon için de adi suçlar için de böyle. Toplumsal bir talep oldu ve işin içerisine seçilmiş milletvekilleri de girdi. Onlar da 2011'de seçildi. 8 kişiydiler galiba 5'i BDP'den, ikisi CHP'den, biri de MHP'den. Onlar da içeride. Bugüne kadar milletvekili seçildikten sonra içeride kalmamış ama biz onların da tahliyesini istedik. O da olmadı. Sonunda Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru üzerine verdiği kararlarda önümüzü açtı. 2010 referandumunda Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınmamış olsaydı bugün bu tahliyelerin, milletvekillerinin serbest bırakılmasının önü açılmayacaktı. Şimdi genel kural koyduk. Tutuklulukta 5 yılı dolduranlar, henüz hükümleri kesinleşmemiş olsa bile dışarı çıkacak."

Engin Alan'ın durumu hükümlülüğe geçtiği için bu kuraldan yararlanamadığını anımsatan Arınç, diğerlerinin de tutukluluk süreleri dolduğu için tahliye edildiğini dile getirdi.

Arınç, şunları kaydetti:

"Sayın Başbuğ, bildiğim kadarıyla 2-2,5 sene oldu. Orada 5 yıl dolmadı ama kendisi müebbet hapse mahkum oldu. Orada mahkeme çok güzel bir karar verdi. İşime geliyor, gelmiyor, o ayrı bir şey ama hukuk herkes için geçerli. Orada dedi ki, Ergenekon'u kastediyor, 'Bu dosya hakkında karar verildi ama şu kadar ay oldu, galiba 7 ay oldu, hala gerekçesi yazılmadı. Dosya temyize gitmedi. Temyiz henüz inceleme yapamadı. Belki dosya temyize gitmiş olsaydı gerekçeli kararla beraber oradan beraat edebilirdi, karar bozulabilirdi, tahliyesi mümkündü. Dolayısıyla kişisel hakları ihlal edilmiştir' diye karar verdi. O, 5 yıllık süreçten değil, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurusu üzerine verdiği karardan istifade etti ama Tolonlar, vesaireleri, diğerleri, kimisi hükümlülük olduğu için çıkamadı, kimisi henüz hükümlülüğü olmadığı için çıktı."

Çok acı bir olay

 Arınç, Berkin Elvan'ın ölümüne ilişkin bir soru üzerine, 14-15 yaşında bir delikanlının, evinden çıkıp ister ekmek almaya gitsin isterse merak saikiyle sokağa çıksın, talihsiz bir şekilde başından vurulup ölmesinin çok acı bir olay olduğunu söyledi.

Bu olaya bir babanın evladına, bir ağabeyin kardeşine baktığı gibi bakılması gerektiğini vurgulayan Arınç, "Yani suç işleyen, suç işlemiş insanlar için böyle bir akıbeti düşünemeyiz. İnsanlar, yaptıklarının karşılığını görürler ama böyle masumane duygularla dışarıya çıktığını öğrendiğimiz, bildiğimiz ve çok genç yaşta bir çocuğun böyle bir şekilde hayatını kaybetmesinden ıstırap duyarız. Samimi olarak duygularımızı, düşüncelerimizi ifade ettik" ifadesini kullandı.

Arınç, sokak olaylarının fevkalade kötü neticeler verebildiğini dile getirerek, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin, "Sokaklar karanlıktır, tehlikelidir, tuzaklarla doludur" sözünü çok beğendiğini anlattı.

Kendisinin 68 kuşağından olduğunu, 1970 ve 1980 öncesini bildiğini, sokaklarda çok büyük değerlerin, bir neslin kaybedildiğini bildiren Arınç, şöyle konuştu:

"Biz çok dövüldük, çok sövüldük, yurtlardan atıldık, bir sürü ithamlarla karşılaştık, sürüklendik. Ben iki tane yurt değiştirdim, sığınacak yer bulamadık. Maalesef o olayların içinden de çıkamadık. Biz milliyetçi, mukaddesatçı düşünceye sahiptik, karşımızda çok acımasız sol gruplar, devrimciler vardı. Onlarla bazen sopalı kavgalar oldu. O zaman başkaları bize, 'Siz korkaksınız, sizden bir adam olmaz' dediler ama ağabeylerimiz bizi tuttu. 'Bu olaylar gelip geçicidir ama sizi yok edebilir, siz bu olaylara karışmayın' dediler. Biz kendimizi mümkün olduğu kadar uzak tutmaya çalıştık. 1980 darbesinden sonra ben onların avukatlığını yaptım, 'Ağabey sen haklıymışsın, biz sokakta perişan olduk, bizim üzerimizden siyaset yaptılar, bizi yok ettiler' dediler. Onları da yaşadım çünkü örgütün davasına da ben bakmıştım. Şimdi o yüzden sokaklardan uzak durmamız lazım."

Bunları savunmak mümkün değil

Arınç, Gezi olayları başladığında başbakan vekili olduğunu, ilgili kurum ve kuruluşları topladığını, üst üste toplantılar yaptıklarını ve ona göre bir eylem planı çıkarıp bunu uyguladıklarını hatırlatarak, şöyle devam etti: 

"Ondan sonra bir mahkeme kararı imdada yetişti, dedim ki 'Mahkeme kararı hepimizi bağlıyor, ona da uyacağız, gerekirse referandum yapacağız.' 'Bu, Belediye Başkanı'nın işidir, Belediye Başkanı halka sorsun, burasının ne olacağına karar versin' dedik. Tam yatışıyordu ki sokak olayları patladı. Onu zaten tertipleyenler, böyle bir şeyi amaçlayanlar her zaman pusuda yatarlar. 'Sadece ağaç kesme meselesi değil aptal, uyan' diye tweet'ler atıldıktan sonra sokakta orayı burayı yakmaya, silahlar atılmaya başlandı ve 6-7 tane canımızı kaybettik. Şimdi mesele Gezi Parkı'ndaki 4 tane ağacın yerinden sökülüp atılmasından çıktı, o sırada yapılan yanlışlıklar da şüphesiz çok önemli. Orada toplananlara kötü davranıldı, aşırı şiddet kullanıldı, belki belediyenin işçileri, belki oradaki müteahhidin işçileri, oradaki çadırlardan birkaç tanesini yaktılar, öbürleri gelip tahrik etti, iş kontrolden çıktı. Şimdi 310 trilyon civarında maddi zarar var, sadece o sokak olaylarında. TOMA'lar yakılmış, evlerin camları kırılmış, bankalar, iş yerleri, kamu araçları tahrip edilmiş ve hiçbiriyle kıyas kabul etmeyecek değerde insanımız vefat etmiş. Maddi ve manevi kaybımız var."

Arınç, buna benzer olaylardan mutlaka uzak durmak gerektiğine dikkati çekti.

Söz konusu olaylarda polisin aşırı şiddet uyguladığı eleştirilerine de değinen Arınç, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Evet, polis aşırı şiddet uygulamışsa onu eleştirelim ama, sokakta yüzleri poşulu, ellerinde kızıl bayraklarla bir yerden bir yere koşan, taşları atan, her yeri yıkan hatta çiçek bırakmayan, camları kıran, araçları tahrip eden, bu olayların nasıl başladığını biz biliyoruz. Ben de o günlerde İstanbul'daydım. Bir yakınımızın düğününe gitmek üzereydim, Beşiktaş Caddesi'nden geçiyorum, bizi arabada fark ettiler, o tencere tavacılar. Çevremizi aldılar, zor düğüne girdim, düğünden çıkana kadar dışarıda tencere tava. Düğünün tadı tuzu kalmadı. Oradan çıktık, Florya'da milletvekillerinin konukevi var oraya gideceğiz, yine bu grupların içine düştük. Böyle kendisini kaybetmiş, kimisi şortlu, kimisi bilmem neli, ellerinde tencere tavalar, 'Mustafa Kemal'in askerleriyiz' diye bağırıp çağırıyorlar. Pencereleri örttüm arabada, bir hadise, olay çıkmasın diye. Şimdi bunların daha kötüsünü yaşadı İstanbullular. Kimisi tweet'lerle kimisi televizyon kanallarıyla yönlendirilmiş kimisi de müthiş bir organizasyonla belli yerlerde toplanabilecek hale gelmiş. İstanbul'da, Dolmabahçe'deki ofis basılmak üzereydi. Polisin gayretiyle kurtuldu. Merkezdeki Başbakanlık binasına yürümek istediler, yine güvenlik güçlerinin basireti sayesinde bunlar önlendi. Tahripten, işgalden, hakaretten başka bir şey düşünmeyen bir güruh ortaya çıktı. Bunları savunmak mümkün değil."

Bunların demokratik hak olmadığını, toplantı ve gösterinin her yerde yapılabileceğini ancak belli ölçüler içinde hareket edilmesi gerektiğini ifade eden Arınç, bu olayların ne zaman çığrından çıkacağını kimsenin bilemeyeceğine dikkati çekti.

Yasa dışı örgütlerin kuyruğuna takılmamak lazım

Arınç, Ukrayna'daki olaylara da değinerek, "Ukrayna'da halk sokağa çıktı. Neden? Avrupa Birliği (AB) yanlılarıyla Rusya karşıtları arasında. Parlamento binasına girdiler, şu oldu, bu oldu. Hiçbir AB yanlısı, ülkenin bölüneceğini tahmin etmiyordu ama yukarıda Kırım elden gitti. Gelişmeleri herkes seyretmek zorunda kaldı. Bir kıvılcımın neye mal olacağını, sokak olaylarıyla gösterilerle tayin edemezsiniz. O zaman demokratik hakların ötesine geçmemek, yasa dışı örgütlerin kuyruğuna takılmamak lazım" değerlendirmesinde bulundu.

İnternetteki tahriklere kapılmamak gerektiğini vurgulayan Arınç, şöyle konuştu:

"Öyle tahrikler vardı ki 'Şurada 10 kişi öldü, parçalandı, üzerlerinden silindir geçti, haydi siz de oraya gidin.' Halbuki yok hiçbir şey. Sadece insanları tahrik etmek için. Berkin Elvan, hepimizin evladı sayalım, onun gibi Ali İsmail Korkmazlardan, diğerlerinden başlayarak söyleyeyim; bunlar sokak olaylarında hayatını kaybetmiş, bizim gençlerimizdir. İnşallah bundan sonra kesinlikle böyle bir olay yaşamayız. Bu olaylardan sonra yapılacak şey de ciddi bir adli soruşturmayla kimin sebebiyet verdiğini, bu ölümlere kimin yol açtığını ya silah olarak ya eylem olarak tespit etmek ve bunun cezasını vermek. Ali İsmail ile ilgili Kayseri'de devam eden bir dava var ama Berkin için açılan bir dava yok. Çünkü görgü şahitleriyle olayın failleri henüz belirlenemedi. Tabii bu olayın arkasından da akşam bir başka gencimizi şehit ettiler. Tunceli'de de TOMA'nın içinde bir polisimiz şehit oldu. Hepsi üzücü, hepsi bizim evlatlarımız. Bereket babalar bu konuda çok doğru şeyler söyledi. Oradan birisi, buradan birisi aynı ortak paydayı ortaya koydu, halkımızın sağduyusunu gösterdiler." 

Seçim süresince YSK tek yetkili

Arınç, "RTÜK'ün, 'TRT'nin AK Parti'ye daha fazla, muhalefet partilerine az zaman ayırdığı, dolayısıyla TRT'nin hükümetten yana taraf tuttuğunu belirten' bir raporu var. Size bağlı kurumlar olduğu için size sormak en doğrusu" şeklindeki bir soru üzerine, RTÜK'te AK Parti'nin 5, CHP'nin iki, MHP ve BDP'nin birer üyesi bulunduğunu, onların, partilerin kontenjanından aday gösterilen üyeler olduğunu ancak bazılarının partilerin militanı gibi çalıştığını söyledi.

RTÜK'ün, yayın ilkelerine uygun hareket edilip edilmediğine baktığını hatırlatan Arınç, seçim süresince Yüksek Seçim Kurulunun (YSK) tek yetkili olduğunu, RTÜK'ün de televizyon yayıncılığı bakımından YSK ilke kararlarını takip etmesi gerektiğini anlattı.

Arınç, burada hemen hemen oy birliğiyle bir karar alındığını, sadece AK Parti kontenjanından bir üyenin muhalif kaldığını belirterek, şöyle devam etti:

"9'un 8'i burada 'TRT adalet ve eşitlik ilkelerine uygun hareket etmemiştir' diyor, saniye ve dakika olarak hesaplanmış. Bu mümkündür. Diyelim ki AK Parti lehine tarafsızlık ilkesini ihlal etti TRT. Ona bir uyarı cezası verilmesi zaten haklı bulunmuş. Biz de bu cezayı uyguluyoruz ama TRT'nin bütün yayınlarını bilen ve bu yayınlarda olabildiğince kamu yayıncısı olarak eşit, adaletli ve dürüst bir yayıncılık yapmak düşüncesinde olan bir arkadaşınız olarak söylüyorum; bu sürelerin tespiti çok mümkün değil. Neden değil? Bazen yayınlarda günlük olarak CHP öne geçebiliyor, bazı yayınlarda MHP öne geçebiliyor. Şimdi Meclis kapalı. Bugün açıldı ama yarın tekrar kapanacak. Orada her gün, basın bürosunu parsellemiş milletvekilleri vardır. Diyelim ki MHP'nin iki grup başkanvekili var, ikisi de basın toplantısı yapıyor, TRT bunu takip etmek, ikisini de vermek zorunda. O gün 'AK Parti önemli bir şey görmedi, basın toplantısı yapmadı' diyelim, MHP'nin haberleri yayınlanıyor, AK Parti o zaman sıfıra düşüyor. Kendi kabahati, yani yapsaydı onu da verecektik. Bazen CHP'lilerin 8'i birden ayrı ayrı konuşuyorlar, kimisi Meclis dışında, kimisi içinde. Taşıdığı sıfata göre, haber değeri taşıyorsa onları da veriyoruz. O gün AK Parti'den bir kişi konuşmuş olabilir, MHP'den iki kişi konuşmuş olabilir. O zaman oran CHP lehine biraz daha artıyor, MHP veya diğer parti lehine vermemiş olabiliyoruz."

Konuşmaların her biri haber değeri taşımıyor ki

Bazen bir toplantı için partilere davet gönderildiğini ancak kimi zaman CHP kimi zaman da MHP'nin, "Biz TRT'ye adam göndermeyiz" dediğini, AK Parti'nin ise gittiğini aktaran Arınç, şunları kaydetti:

"Program, AK Parti'li veya diğer partilerden birisiyle devam ediyor. Şimdi o program süresince de biz AK Parti'yi anlatmış oluyoruz. Yani teknik olarak adaletsizlik yaptığımızı gösterecek bir kıstas yok ancak zaten seçime 10 gün kala zannediyorum, liderler veya partileri temsilen konuşmalar başlayacak. Orada süreler belli, onu aşmak zaten mümkün değil ama bugüne kadar yapılan yayınlarda TRT istemeyerek de olsa bir partinin lehine farklı bir şey yapmış olabilir. Söylediğim şartlar içinde. Mesela Sayın Başbakan bir yerde konuşuyor, miting yapıyor. Onun öncesinde de diyelim ki İzmir'deki havaalanında iç hatlar terminalini açıyor, ben de oradaydım. Orada da konuşuyor, Aydın'a gidiyor üçüncü bir konuşma yapıyor. TRT bunları vermek zorunda. O gün Kılıçdaroğlu sadece bir yerde konuşma yapıyor. Burada üç, orada bir. Bahçeli sadece üç yerde konuşmuş olabiliyor, o da belli ölçülerde veriliyor. Yani herkes standart olarak her gün iki tane konuşma yapmıyor ki veya her bu konuşmaların her biri haber değeri taşımıyor ki. Afedersiniz, çok da hoşuma gitti, Bahçeli bir yerde sobanın başında oturmuş, eline tespih almış, bacak bacak üstüne atmış, Adanalı ağa gibi poz vermiş, bu sosyal bir poz, çok da güzel bir şey. Şimdi bu haber değeri taşır mı?"

Başımız kıldan ince

Her şeyin haber değeri taşımadığını belirten Arınç, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Özel televizyonlar için belki, gazeteler için haber değeri taşıyabilir, çünkü Bahçeli'nin yüzünü gülerken görmek bazıları için çok büyük bir mutluluk. Yüzük taşıması, klasik arabaları sürmesi, zaman zaman haber olur. Benim de hoşuma gidiyor ama bu başka haberler öne geçmişse, yani gündeme ait daha güncel haberleri vermek zorunda kalmışsak, soba başındaki ağa pozunu görmemişsek, bu bizim için büyük bir eksiklik değil. Onu da başkaları veriyor. Zor bir işin içindeyiz ama RTÜK karar veriyorsa başımız kıldan ince. Ben yeni kanunda, eskiden TRT'yi denetlemek mümkün değildi, RTÜK sadece özel radyo ve televizyonları denetlerdi, TRT'yi de koydum, kendi kurumumu denetleme altına aldım. Niye? Öbürlerinden bir farkı yok. O da yayıncılık yapıyor. Şimdi benim bir kurumum TRT'ye uyarı veriyor. Bu güzel bir şey. Bu, Türkiye'de demokrasinin olduğunu gösteriyor."

Cumhurbaşkanlığı seçimi

Arınç, "Cumhurbaşkanlığı konusunda size yönelik de yakıştırmalar var. Bu konu hakkındaki fikrinizi alabilir miyiz?" şeklindeki soruyu ise şöyle yanıtladı:

"Bu konuyu inşallah son defa konuşmuş oluruz. Herhalde güncelliğini kaybetmedi. Benim böyle bir iddiam, böyle bir beklentim yok ama 'Türkiye, halkın seçtiği güzel bir cumhurbaşkanına kavuşsun' diye elimden gelen katkıyı sağlarım. Şüphesiz bunun süreci de belli oldu, YSK, cumhurbaşkanlığı seçimini 10 Ağustos ve ikinci turun da 24 Ağustos'ta yapılmasını kabul etti. 10 Ağustos'a çok az bir zaman kalana kadar bununla ilgili gelişmeleri takip etmek lazım. Hatta nisan, mayıs, haziran aylarını hiç beklemeden, temmuzdan itibaren ne olacağını düşünmek lazım. Herkese şimdiden bu işin çilesini çektirmeyelim. Çünkü şartlar o günkü duruma göre, olumlu bir duruma gelir. Herkes kendisini o şartların içinde bulur. Biz de şüphesiz bir siyasi partiyiz, iktidar partisiyiz, yeni cumhurbaşkanımızın AK Parti'nin aday göstereceği bir kişi olmasını arzu ederiz. İşimiz zor, ilk turda yüzde 51'i almamız lazım, ikinci turda da en çok oyu almamız lazım ama bizim iddiamız ilk turda cumhurbaşkanının seçilmesidir. Bunun şartlarının gerçekleştiğini görmemiz için temmuz sonuna kadar beklememiz lazım. İnşallah ondan sonra her şey çok daha ayan beyan belli olur."