"28 Şubat'tan Günümüze Değişim ve Dönüşüm Çizgisi"

"28 Şubat'tan Günümüze Değişim ve Dönüşüm Çizgisi"

Mustafa Kaya, Milli Gazete’deki köşesinde Türkiye Müslümanlarının dönüşümünü kaleme aldı.

12 Eylül darbesinin ardından iktidara gelen Turgut Özal din ve dindarlara uygulanan baskıları biraz olsun kaldırınca mütedeyyin kesim biraz olsun nefes almıştı. Özellikle din hakkında konuşmayı ve dini neşriyat yapmayı adeta yasaklayan TCK’nın 163. Maddesi kaldırılması bunda çok etkili oldu. Bir de Özal’ın kendisinin de kısmen de olsa dini hassasiyetinin bulunması bu hürriyetlerin daha geniş yelpazede kullanılmasını sağladı.  1990’lı yıllarda ise dine ve dini hayata ilgi zirve yaptı.
 
Bu dönemde Kur’an kurslarına, İmam Hatiplere insanlar sel gibi akmaya başladı. Özellikle İmam Hatipler dolup taştı. Birçok İmam Hatip Lisesinin mevcudu beş bin, altı bin,  yedi bin seviyelerine yükselmişti. Öğrencilerine hafızlık yaptıran Kur’an kurslarına çocuklarını yazdıramayan aileler idarecilerin kapılarında gözyaşı döküyorlardı. Üniversitelerde kızlarımız çarşafı andırır örtüleriyle var olmaya çalışıyorlardı. Halktan âlimlere, hocalara, cemaat liderlerine ve dini yayınlara karşı uzun zamandan beri benzeri görülmemiş bir şekilde yönelme oluyordu. Sanki gizli bir el insanları silkelemiş ve onları uykudan, gafletten uyandırmıştı.
 
Ben 1989’dan beri yayıncılık yapmakta, kitap neşir ve dağıtımıyla uğraşmaktayım. Diyebilirim ki bu 30 yıllık dönemin dini kitaplara ilgi açsından zirve noktası 90’lı yıllardır. O dönemde Türkiye’nin her tarafında çok küçük ilçelerde dahi dini kitaplar satan kitabevleri açılıyor, herkeste dine karşı bir açlık hissediliyordu. Özellikle Güneydoğu’da bu ilgi çok daha fazlaydı. O yıllarda çeşitli illerde büyük bir dükkân kiralayarak bireysel olarak açtığımız ve adını Kitap Fuarı diye isimlendirdiğimiz satış noktalarına kitap yetiştiremiyorduk. Örneğin Diyarbakır Ulu Camii’nin yanında, Gazi Caddesi’nde metruk bir binanın altında boş duran köhne bir dükkânı bir aylığına kiralayarak açtığımız kitap fuarını ancak üç yıl sonra mülk sahibinin binayı yıkmak için bizi çıkarmaya zorlamasıyla sonlandırdık.
 
Dine karşı gösterilen bu ilgi siyaset ve gençlikte de karşılığını buldu, Milli Görüş Lideri Erbakan’ın genel başkanlığında seçime giren Refah Partisi 1995 yılında yapılan milletvekili seçiminde %21,38 oyla Türkiye’nin birinci partisi oldu. 1996 yılında bütün engellemelere rağmen Erbakan’ın başkanlığında RP-DYP koalisyon hükümeti kuruldu. Sonra olanlar malum. Siyonistlerin emriyle Erbakan hükümeti düşürüldü. Refah Partisi kapatıldı.  Türkiye’nin en büyük gençlik teşkilatı Milli Gençlik Vakfı’nın kapısına kilit vuruldu. Böylece de işbirlikçilerin önü açıldı.
 
28 Şubatçılar bu dönemde kebapçılara kadar herkesi fişlediler ama bireysel mağduriyetlerin dışında bedel ödeyen yalnızca Milli Görüş camiası oldu. Bu dönemde kimse öldürülmedi, kimsenin malına el konulmadı, cemaat liderlerinden hiç kimse tutuklanmadı ama nasıl bir korku saldı iseler herkesi korkuttular.
 
Bu korku ile önce bir kısım insanlar İslami yaşantısından taviz vermeye başladılar. Tabii korku insani bir duygudur. İnsan yerli veya yersiz bazı korku ve endişelere kapılır. Ama bunun telafisi yapılmak zorundadır. Fakat 28 Şubat’tan bu güne geldiğimizde 28 Şubat paşalarının Müslümanlardan zorla koparmak istedikleri tavizleri bu günün Müslümanlarının artık gönüllü olarak verdiklerini görüyoruz.
 
Bugün artık ne o çocuklarını hafız yapmak amacıyla Kur’an kurslarına yazdıramadığı için ağlayarak evine dönen anneler kaldı, ne de İmam Hatip Lisesine çocuklarını yazdırmak için çalmadık kapı bırakmayan babalar. Ya o feraceli kızlarımıza ne oldu? Önce pardösüler kısaldı, sonra çıkarılıp atıldı. Omuzlardan geniş başörtüleri omuzlarından sarkan tesettürlü kızlar yerin altına çekildi, onun yerini kendisini başı açık kızlardan daha çekici kılmak için birbirleriyle şıklık yarışına girişen sıkmabaş kızlar aldı. Onlar da artık laik kesimden diğer hemcinsleri gibi kafelerde sigara tüttürüp kahve yudumlamaktalar.
 
Peki, o günün şehit Metin Yüksel marşını okuyup Hindikuş dağlarında, Keşmir’de Bosna’da, Çeçenya’da şehit olmak için can atan, Bilal Yaldızcı’nın, Tekner Tayfur’un, Selami Yurdan’ın yolundan gitmek için cihat ve şehadet özlemiyle yanıp tutuşan Müslüman gençliğine ne oldu? Söyleyeyim Fatih’te at meydanında başörtülü kızlarla vakit geçirmekteler.  Neredeen nereye?