28 Şubat... İrtica (!) ile savaş, İsrail ile seviş!

“Reklâm” gibi olacak ama, olsun...

Önemli olan, ne demek istediğimiz...

Herhalde farkındasınız;

Coca Cola firması, “hemen her televizyon kanalı”nda, üstelik “hemen her reklâm kuşağı”nda “sürekli” reklâm yayınlatıyor!..

Demiyor ki; 

“Coca Cola’yı, dünyada duymayan, bilmeyen yok!.. O halde, reklâm yayınlatmama da gerek yok!”

Bunu demiyor... Her televizyonda, her saat reklâm yayınlatıyor!

Acaba, hiç sebebini düşündünüz mü?

Coca Cola, bu “reklâm bombardımanı”nı devam ettiriyor, çünkü;

“Dünyada, her bir dakikada 250 bebek doğuyor... Saatte 15 bin bebek, günde 360 bin bebek doğuyor.”

Buna mukabil birçok insan da ölüyor...

Cola Cola, bu “reklâm bombardımanı”nı devam ettiriyor ki; o “bebek”ler büyüyüp de, “meşrubat içme yaşı”na geldiklerinde, “Coca Cola’dan haberdar” olsunlar!..

Yani; hedef, “yeni nesil”dir!..

Öyle ya; “yaşayanlar” elbette “Coca Cola”yı bilir, tanır veya duymuştur!..

Ama, ya “yeni doğanlar?”

Onlar da “bilmeli”, onlar da “tanımalı” ki, Coca Cola içsinler!

Şimdi, bundan yıllar önce yayınlanan bir “reklâm”dan daha söz edelim...

O reklâm şöyleydi:

“Mermeri delen; suyun gücü değil, damlaların sürekliliğidir!”

“Reklâm”lar ya da “damla”lar “sürekli” olmalı ki, “amaç” hâsıl olsun,“hedef”e ulaşılabilsin!..

28 ŞUBAT SÜREKLİ YAZILMALI

Bu “reklâm”lardan hareketle, şunu diyebiliriz: Türk siyasî ve askerî tarihine “kara bir leke” olarak tarihe geçen “28 Şubat Darbesi”ni kaç genç biliyor, o darbenin bu ülkeye ve insanımızı nasıl bir “travma”yaşattığından kaç gencin haberi var?..

28 Şubat 1997’de “bir yaşında” olan bir bebek, bugün “18 yaşında!”

28 Şubat 1997’de “10 yaşında” olan bir çocuk, bugün, “28 yaşında!”

Peki, o kara günde “bir” yaşında ya da “on” yaşında olan bir çocuk, yani “o travmayı yaşamayan” bir çocuk, “28 Şubat’ta neler olduğunu” nasıl bilecek, nereden bilecek?..

Elbette “yazmak” gerekiyor, elbette “anlatmak” gerekiyor!..

Hem de, Coca Cola’nın yaptığı gibi, “sürekli” olarak!..

Yazacağız... Anlatacağız!..

Ki, o “darbe”nin; iddia edildiği gibi “irtica (!) ile mücadele” için değil;“İsrail’in çıkarları” başta olmak üzere, “Üst Akıl’ın menfaatleri” için yapıldığını “yeni nesil” de bilsin!..

Bunları “her dakika, her saat, her gün” ya da; hiç olmazsa“yıldönümlerinde” anlatmalı ve yazmalıyız ki, Türkiye’ye yaşatılan o“travma”yı, “dünyaya yeni gelenler” de bilsin!..

“Reklâm”ları, onun için örnek verdim...

DARBE, İSRAİL İÇİN!

Bugün 28 Şubat 2015...

“Kara darbe”nin 18. yılı...

Bu darbe ile ilgili çok yazılar yazdık, çok şeyler anlattık.

Yine anlatalım... Sürekli anlatalım.

Öyle ya; “Mermeri delen, suyun gücü değil, damlaların sürekliliğidir!”

Bu darbenin, “mütedeyyin insanlara” karşı açılmış “Topyekûn Savaş”olduğunu ve bunda da “İsrail’in çıkarları”nın gözetildiğini “sürekli”anlatmalı; yazmalıyız.

Dünkü yazımda; “darbe şartlarının nasıl hazırlanıp, olgunlaştırıldığına” ve kimlerin “piyon” olarak kullanıldığına dair “bilgi”ler verdim...

Bugün de; daha önce yazdığım halde, yine “28 Şubat’taki İsrail rolü”nden söz etmek istiyorum...

Evet, “28 Şubat’tan bir gün önce”, yani 27 Şubat 1997’de, dönemin Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı askerî görüşmeler yapmak üzere İsrail’deydi, hatta “Ağlama Duvarı”nı da ziyaret etmişti...

Dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Org. Çevik Bir de, “darbeden 5 yıl sonra” yani “2002 yılı”nda yazdığı bir “makale”de, bu darbenin “İsrail’in çıkarları” için yapıldığını “itiraf” ediyordu!..

Evet, 2002 yılında, Middle East Quarterly adlı bir “Amerikan dergisi”nde!..

Çevik Bir, ABD dergisine yazdığı makalede, “postmodern darbe”nin; aslında “irtica”ya karşı değil, “İsrail’le dostluğun sürmesi” için yapıldığını“itiraf” ediyordu.

Çevik Bir’in, İsrailli stratejist Martin Sherman’la birlikte yazdığı “İstikrar için formül: Türkiye artı İsrail” başlıklı makalede; “Erbakan’ın Başbakan olmasıyla İsrail menfaatlerinin tehlikeye girdiği, bunun postmodern darbe ile bertaraf edildiği” anlatılıyor ve özetle deniliyordu ki;

“İsrail-Türk ticaret hacmi 1990’lar boyunca sürekli arttı. Bu bağlar, 1996 yılında Refah Partisi’nin iktidara gelişiyle yıprandı.

Erbakan’ın İsrail karşıtı söylemi, geleneksel Yahudi karşıtı motifler ve efsaneler ile dolu idi. Erbakan için, İsrail bir ‘ebedi düşman’ ve ‘Arap ve İslam dünyasının kalbinde bir kanser.’

Necmettin Erbakan, İsrail’le anlaşmaları dondurma sözü verdi. Laik Cumhuriyet’in mirasını korumakla yükümlü olan ordu, Erbakan’a açıkça şu mesajı verdi:

Koltuklarımızda öylece oturup, ülkenin yüzünü İslama dönmesini, İsrail-Türk askerî ilişkilerinin tehlikeye atılmasını izlemeyeceğiz.”

Yazı, özetle böyleydi...

Demek oluyor ki;

28 Şubat darbesi, “Türkiye’nin menfaatleri” için değil, “İsrail’in menfaatleri” için yapılmıştır!..

Bunlar “sürekli” yazılmalı, “sürekli” anlatılmalı ki, “yeni nesiller” de bilsin!..

SAKIK’IN OLMAYAN İTİRAFI!

Tabiî, “darbe günleri”nde bunları doğrudan söylemeleri elbette mümkün değildi... Öyle ya, o günlerde “Akit” gibi bir gazete vardı ve “kirli ilişkileri”ni, “İsrail ile flört”lerini pekalâ “deşifre” edebilir, önlerinde“takoz” olabilirdi.

Bunun içindir ki, Akit’i hiç sevmediler!.. 

“Akit’i susturmak” için, her yolu denediler!..

İşte bunlara bir örnek:

Hatırlarsınız; 26 Nisan 1998 tarihli Hürriyet ve Sabah gazetelerinde,“Sakık’tan şok iddialar” başlığı ile “manşet”ten haberler verilmişti...

Haberlerin özü ve özeti şuydu:

“PKK’nın Apo’dan sonraki ikinci adamı Şemdin Sakık, deprem yaratan ifadesinde, örgüte destek veren, zaman zaman işbirliği yapan isimleri tek tek açıkladı.

Sakık; irtica yanlısı iki gazetenin Apo’ya, PKK aleyhine yazmama sözü verdiklerini söyledi. Sakık, Apo’nun Ermenistan ile ittifak ve Türkiye toprakları üzerine pazarlık yaptığını bildirdi. Milli Gazete ve Akit gazetesiyle PKK arasında gizli bir anlaşma olduğunu söyleyen Sakık, Apo’nun kendisine ‘Bunlarla bir nevi ortak düşmana karşı anlaşma yaptık’ dediğini belirtti.”

Malûm, biz bu haberlere, ertesi günkü Akit’te şöyle cevap vermiştik;

“Şerefsizler!”

Ancak, daha sonra, Şemdin Sakık; “Ben böyle bir ifade vermedim” demiş ve söz konusu ifadelerin düzmece olduğu ortaya çıkmıştı!.. 

Ordunun üst kademesindeki değişikliğin ardından Şemdin Sakık’a ait olduğu iddia edilen ifadelerin sahte olduğu, Çevik Bir ve Erol Özkasnak’ın talimatıyla basına verildiği ortaya çıkmıştı.

Ki, bu gerçeği; o dönemde Sabah gazetesi yönetiminde bulunan Can Ataklı, Öküz dergisine verdiği röportajda, şöyle açıklıyordu:

“O generalin emriyle, bir insanı  siyaseten yok etme, yani linç kampanyası açıldı. Tüccar generaller var, geliyorlar. ‘Şöyle bir şey yazın da bu kadının kafasını koparalım’ diyorlardı... (...)

Ki, daha sonra aynı itirafı, Sabah’ın sahibi Dinç Bilgin de yapmış ve“Maalesef o haberi yapmak zorunda kaldık” demişti...

İyi hoş da;

O ifadeye Akit ve Milli Gazete’nin adı niye eklendi?.. Öyle ya, bu gazeteler“bir numaralı PKK ve Apo düşmanıdır”lar!..

Gözleri o kadar dönmüş ki, bunu bile görmemişler ve Akit’i “linç” etmek istemişler ki; bu kadarına pes!..

Aradan “18 yıl” geçti...

Biz yolumuza devam ediyoruz... Peki “darbeci paşalar” ne yapıyor?.. Onlar,“sanık sandalyesi”nde hesap veriyorlar!..

Keser döndü, sap döndü,

18 yıl sonra hesap döndü!..

İstedim ki;

Bunları “yeni nesil” de bilsin!..

*********************************************************************

Çevik Bir’in merhum Yazıcıoğlu’na gönderdiği mesaj!

Dönemin BBP Genel Başkanı merhum Muhsin Yazıcıoğlu; 28 Şubat sürecinde “iki önemli lâf” etmişti.

Demişti ki;

l “Namlusunu halka çevirmiş bir tanka asla selâm durmam!”

l “Türkiye’nin Suriye olmasına asla izin vermeyeceğiz!”

Meğer; o sözün bir hikâyesi varmış.

Meclis’te bulunan 7 milletvekili ile Refah-Yol’a destek veren Muhsin Yazıcıoğlu, 28 Şubat sürecinde, Çevik Bir ile “İstanbul’da bir etkinlik”te bir araya gelmiş...

Gerisini, Yazıcıoğlu şöyle anlatmış:

“28 Şubat sürecinin en hareketli olduğu dönemde, İstanbul Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Salonu’nda düzenlenen bir etkinliğe katıldım. Salona girdiğimde davetliler arasında yer alan Çevik Bir’i de gördüm. Protokoldeki yerimi aldığımda birisi yanıma yaklaştı ve ‘Bu notu size paşam gönderdi’ diyerek bir kâğıt uzattı.

Kâğıdın üzerinde ‘Türkiye’nin İran olmasına asla izin vermeyeceğiz’yazıyordu. Hemen cebimden kalemi çıkarttım. 

O notun altına aynen şunu yazdım.

‘Biz de Türkiye’nin Suriye olmasına izin vermeyeceğiz.’

Kâğıdı bir arkadaşımla tekrar Çevik Bir’e gönderdim.”

Mekânın cennet olsun, Muhsin Başkan...

yeniakit

Bu yazı toplam 419 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar