'17 Aralık'la Hesaplaşma

'17 Aralık'la Hesaplaşma

17 Aralık darbe girişimi sonrası ilk ciddi hukuki süreç başlatıldı.

İbrahim Karagül / Yenişafak

'17 Aralık'la Hesaplaşma

17 Aralık darbe girişimi sonrası ilk ciddi hukuki süreç başlatıldı. Adana Cumhuriyet Başsavcılığı, yasa dışı dinleme soruşturması kapsamında 2 emniyet müdürü ile biri emekli 7 polis hakkında 56'şar yıl hapis cezası istemiyle ağır ceza mahkemesinde kamu davası açtı.

Daha önce başlatılan ancak yargıdaki 'direnç' nedeniyle akamete uğratılmaya çalışılan, gözaltına alınanların serbest bırakıldığı süreç, dava ile güçlü bir motivasyon kazandı.

Mahkemenin 'suç'un tespitine yönelik tanımlamaları şüphesiz siyaseti de, toplumsal reaksiyonları da birebir etkileyecektir. Gözaltına alınanların yeniden yakalanması istemini içeren iddianamenin suçları kısmen de olsa kişiselleştirdiği ama yine de 'organizasyon var' tespiti yaptığı göz önüne alınırsa, bu suçların 'darbe girişimi' kapsamında değerlendirilmesine yönelik eğilimi güçlendirmiş sayılabilir.

Türkiye kamuoyunun geniş bir kesimi, 17 Aralık sürecini darbe girişimi olarak niteliyor. Açılacak her davada mahkemelerin tespitleri parça parça 'darbe girişimi'ni bütünleştiren bir resim ortaya çıkaracak gibi.

O zaman da yasadışı dinlemeler, 'devlete müdahale' eden kadroların işlediği cürümler kapsamına ele alınacak ve Türkiye çapında soruşturmalara kapı aralayacaktır.

17 Aralık'la başlayıp 30 Mart seçimlerine kadar Türkiye'yi ağır bunalıma sokan 'müdahale'ye karşı Adana'da açılan davaların benzerleri başka hangi illerde açılabilir? Bugün itibariyle Mersin'de, İzmir'de, Ankara'da, İstanbul'da veya Türkiye'nin bir çok ilinde benzer soruşturmalar başlatılmasına yönelik ciddi bilgi ve bulgular mevcut.

Binlerce insanı, 'aynı organizasyon' kapsamında dinleyip kayda alanların, haklarında 'suç ve organizasyon şemaları' oluşturanların, bazılarını ekonomik şantajlar için bazılarını siyasi davalar ile tasfiye etme teşebbüsünde bulunanların suçlarının bireyselliğinden söz edilemez. Öyleyse, bu suçlara iştirak edenlerin bireysel suçlar kapsamında yargılanmalarının ötesinde, söz konusu organizasyon kapsamında da soruşturulması gerekiyor.

Zaten parçalar birleştirildiğinde, illerde açılacak soruşturmalar birleştirildiğinde, Türkiye'nin nasıl bir tehditle yüz yüze bırakıldığı da ortaya çıkacaktır.

Bu tehdidin Tayyip Erdoğan'a ya da Ak Parti'ye karşı siyasi tavır alma gibi bir kamuflajla gizlenmesi, tehdidin bütün boyutlarıyla hafızalardan silinmesi anlamına gelecektir. Oysa ortada; Türkiye'nin iç politikasından dış politikasına, ekonomisinden toplumsal yapısını hedef alan, uluslararası boyutu öne çıkan, içerideki kadroların bir bütünlük içinde harekete geçirildiği belli olan müdahaleler süreci vardır.

17 Aralık kadrolarının hiçbir şey olmamış gibi pervasızca yürüttüğü savaşa, yargı kadrolarındaki dirence bakılırsa çok zor, sancılı bir süreç başlayacak.

Devlet iktidarını ele geçirme ve sivil iktidarı devirmeye ayarlı müdahalenin yargılanması, en azından suçun tespiti, siyasi hesaplaşmanın hukuki boyutunun ortaya konması 30 Mart seçim sonuçlarının verdiği mesajın da anlaşılmasını sağlayacaktır.

Seçim öncesi öyle bir fırtına estirildi ki; hükümet gidecek, Erdoğan'a kelepçe takılacak, ona destek veren siyasi kadrolar tasfiye edilecek, medya yeniden dizayn edilecek, belki yüzlerce insan gözaltına alınacaktı. Şimdi masum pozlarına bürünen bazı karakterler o zamanlar şahindi ve herkese gözdağı veriyordu.

Hiç kimsenin Türkiye'ye bu kabusu yaşatmaya hakkı olamaz. Siyasi, ekonomik ya da örgütsel çıkarları için, Türkiye'den daha fazla taraf oldukları ülkelerin çıkarları doğrultusunda bu ülkede kitlesel tasfiyelere girişenleri masum göstermeye de kimsenin hakkı yoktur.

17 Aralık sonrası 'bir imparatorluğun çöküşünü izliyorsunuz' diyenlerin eylem planları doğrultusunda bu ülkeye ayar vermeye kalkışanlar şimdi 'masum', 'mazlum' rollerine bürünmesinler. 'Devlet bize zulmediyor' diyenler çok değil birkaç ay önce devleti de toplumu da diz çöktürmeye çalışıyordu. '28 Şubat mantığı' diyenler, aslında 28 Şubat döneminde hiç de ortalarda yoktu.

30 Mart seçimleriyle milletin kendilerine diz çöktürdüğünü gördüler. Bir gün önce bunu öngöremediler. ABD öngöremedi, Avrupa Birliği ülkeleri öngöremedi, Doğan grubu medyası öngöremedi, ABD ve Avrupa'nın Türkiye karşıtı medya grupları öngöremedi.

Bunların hepsinin Türkiye analizini bir araya toplasan bir hafta sonrasını öngörmeye yetmeyecektir. Siyasi, ekonomik ve ideolojik çıkar savaşlarını güçle besleyip bir savaş başlatıyorlar ve her savaşta ağır bir dayak yiyorlar.

Ama onlar için hiçbir şey değişmiyor, kaldıkları yerden devam ediyorlar. Nitekim 30 Mart seçim sonuçları onlar için ağır bir yenilgi oldu ve bu yenilgiyi bir hafta içinde unutturmaya çalıştılar, Cumhurbaşkanlığı tartışmasını milletin önüne koydular.

CHP-Cemaat koalisyonunun gücünü öyle bir abarttılar ki, Türkiye'nin gelecek formülü sanıp hepsi bu tercihe bahis oynadı. Kumar oynadılar ve kaybettiler. Ancak hala bu kaybı gözlemeye çalışıyorlar, anlamak istemiyorlar, hala aynı güce iman ediyorlar ve buradan yeni müdahale senaryoları geliştiriyorlar.

17 Aralık sürecine yönelik davalar sadece hukuki süreç değildir. Türkiye'nin son darbe teşebbüsüdür bu ve bu teşebbüsün siyasi maliyeti olacaktır. Bir siyasi hesaplaşması, muhasebeleşmesi olacaktır.

Eğer bu siyasi hesaplaşma yaşanmazsa, darbe özentisi içinde olanların umudu kırılmazsa, dışarıdan iktidar ortakları bulup Türkiye'ye yön vermeye çalışma geleneği bozulmazsa benzer senaryolar her dönem uygulanacak, Türkiye yeni bunalımlara sokulacaktır.

Adana'daki dava, iddianame ve sonrasında eklenecek yeni soruşturmalar bu yüzden sadece adli/hukuki bir süreç değildir. Türkiye'nin bu tortulardan kurtulma mücadelesidir.

Biraz güç devşiren, biraz toplumsal taban bulan her çevrenin, yapının 'devlet benim, devlet bana ait' deme lüksünü bu topraklardan ebediyyen silmek zorundayız.